İşte, –görüldüğü üzere– her “üç kuvve” nin ifrat ve tefrit mertebeleri olan “Altı yan”ları zulüm; “üç vasat” mertebeleri de, Adl ve âdalettir ki, sırat-ı müstakimdir. Yani

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ

ayetine tabi’ olarak âmeldir.. Ve bu Sırat-ı Müstakim köprüsü üstünden geçen adam, Cehennem’in üstüne uzatılıp konulmuş olan “Sırat Köprüsü” nden de geçmiş olur.

صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Ey aziz bilmiş ol ki, Kur’anın inci ve lü’lüleri tek bir ipliğe dizilmiş değillerdir. Belki (o harika) nazm ve diziliş, bir çok nakışların içersinde; –yakınlık ve uzaklıkça, zuhûr ve hafaca– mütefavit olan münasebetler ipliklerinin nescinden, dokunuşundan hasıl olmaktadır. Zira, İ’cazın esası, îcazdan sonra bu gibi nakışlardır.

Evet, mesela:

صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Deki

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

cümlesi

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

ile münasebetdardır. Çünkü nimet, hamd’ın yakın arkadaşı ve bitişiğidir. Keza bu cümle,

رَبِّ الْعَالَمِينَ

ile de münasebetlidir. Çünki terbiyenin tammı ve kemali ise, giden nimetin ardından, yeni gelenlerin olmasıyladır. Hem yine aynı cümle,

الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

ile de münasebet içersindedir. Çünkü peygamberler, şehitler, salihler ve âlimler; alemlere ve hususiyle insanlığa in’am edilmiş rahmettirler ve rahmet’in zahir misalidirler. Keza, ayn-i cümle; yani

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

cümlesi,

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ

ile de bağlantılı ve münasebetlidir. Zira, en hakiki ve en kâmil nimet “Din”dir. Yine ayn-i cümle

نَعْبُدُ

ye de bakmaktadır. Allah’a karşı ubudiyeti ve şekil ve adabını getiren, öğreten ve koyan Enbiya ve

Yükleniyor...