ve i’tikad dairesinin sebepler dairesine galebe etmesinin günü demektir.
Evet, Cenab-ı Hak –Celle Celâlühu– kendi meşiet-i sübhaniyesiyle kâinatta öyle bir nizam tevdi’ etmiştir ki; (zahire göre) müsebbebâtı sebeplere bağlamış. İnsanı da –tabiatı, vehmi ve hayaliyleb o nizama müraât etmeye ve onunla bağlanmaya düçar kılmış, her şeyi de, mezkûr nizama doğru yönlendirerek sevketmiştir. Kendi Zat-ı Sübhanîsi ise, esbabın tesiratından tenezzüh ederek tekaddüs eylemiştir. Hem insanı i’tikad ve imanca, bu daire-i itikada –vicdanıyle, ruhuyla– muraât edip bağlanmasını teklif eylemiştir.
Evet, dünya hayatında, sebepler dairesi itikad dairesine gâlip ise de, Ahirette akaid’in hakikatleri perdesiz tecelli edecek ve esbab dairesine galebe çalacaktır. Evet, bilmiş olasın ki; sebepler dairesiyle, itikad dairesinin, her birisinin kendine mahsus muayyen makamları ve mahsus hükümleri vardır. Öyle ise, her birisinin kendine ait olan haklarının verilmesi gerekir.
Buna göre, daire-i esbabda iken; tabiatı, vehmi ve hayali ile ve sebepler dünyasının ölçüleri ile itikad dairesine bakan adam, i’tizale girmeye muztar kaldığı gibi; itikad makamı ve düstûrları içinde iken de, ruhuyla ve kalbiyle esbab dairesine nazar eden adam da, her şeyi taht-ı nizamına almış olan Meşiet-i İlahiyeye karşı tenbelane bir tevekküle ve temerrüdü netice veren bir atâlete girmeye namzettir.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ
{ Yirmidokuzuncu Mektub’un Birinci Kısmının Altıncı Nüktesi olan “Nûn-u Na’büdü”ye dair parçaya da bakmakla çok faideler elde edilebilir. –Mütercim–}
Bilmiş ol ki,
اِيَّاكَ
nin “Kâf” ında iki nükte bulunmaktadır.
İRİNCİ NÜKTE:
ك
(İyyakenin “ke”si) ile yapılan hitabın içindeki iltifat’ın sırrıyla, (Yani, gaybi mükalemeden geçip, hazırane olan hitaba terakkî etme sırrıyla) –yukarda “Hamd” kelimesinde zikri geçmiş olan– evsaf-ı kemaliyeyi tazammun etmiş olmasıdır. Evet, o kemalî evsaf’ın peyderpey zikredilmesinde, zihni tahrik ile, kabule müheyya eder hale
Evet, Cenab-ı Hak –Celle Celâlühu– kendi meşiet-i sübhaniyesiyle kâinatta öyle bir nizam tevdi’ etmiştir ki; (zahire göre) müsebbebâtı sebeplere bağlamış. İnsanı da –tabiatı, vehmi ve hayaliyleb o nizama müraât etmeye ve onunla bağlanmaya düçar kılmış, her şeyi de, mezkûr nizama doğru yönlendirerek sevketmiştir. Kendi Zat-ı Sübhanîsi ise, esbabın tesiratından tenezzüh ederek tekaddüs eylemiştir. Hem insanı i’tikad ve imanca, bu daire-i itikada –vicdanıyle, ruhuyla– muraât edip bağlanmasını teklif eylemiştir.
Evet, dünya hayatında, sebepler dairesi itikad dairesine gâlip ise de, Ahirette akaid’in hakikatleri perdesiz tecelli edecek ve esbab dairesine galebe çalacaktır. Evet, bilmiş olasın ki; sebepler dairesiyle, itikad dairesinin, her birisinin kendine mahsus muayyen makamları ve mahsus hükümleri vardır. Öyle ise, her birisinin kendine ait olan haklarının verilmesi gerekir.
Buna göre, daire-i esbabda iken; tabiatı, vehmi ve hayali ile ve sebepler dünyasının ölçüleri ile itikad dairesine bakan adam, i’tizale girmeye muztar kaldığı gibi; itikad makamı ve düstûrları içinde iken de, ruhuyla ve kalbiyle esbab dairesine nazar eden adam da, her şeyi taht-ı nizamına almış olan Meşiet-i İlahiyeye karşı tenbelane bir tevekküle ve temerrüdü netice veren bir atâlete girmeye namzettir.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ
{ Yirmidokuzuncu Mektub’un Birinci Kısmının Altıncı Nüktesi olan “Nûn-u Na’büdü”ye dair parçaya da bakmakla çok faideler elde edilebilir. –Mütercim–}
Bilmiş ol ki,
اِيَّاكَ
nin “Kâf” ında iki nükte bulunmaktadır.
İRİNCİ NÜKTE:
ك
(İyyakenin “ke”si) ile yapılan hitabın içindeki iltifat’ın sırrıyla, (Yani, gaybi mükalemeden geçip, hazırane olan hitaba terakkî etme sırrıyla) –yukarda “Hamd” kelimesinde zikri geçmiş olan– evsaf-ı kemaliyeyi tazammun etmiş olmasıdır. Evet, o kemalî evsaf’ın peyderpey zikredilmesinde, zihni tahrik ile, kabule müheyya eder hale
Yükleniyor...