Bu hakikata delalet eden Muhyiddin-i Arabî (K.S) nun, bir Hadis-i Şerif’in beyanında:

{ Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, A. Badıllı 2. baskı, sh: 808 sıra no: 830. Bu hadisin bir çok me’hazleri ve bu mânanın tahkikatı vardır. mMütercimM}

كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِي

olan meşhur sözüdür. Yani “Mahlukatı yarattım ki, bir ayine olsun; ta onda cemalimi müşahede edeyim.

لِلّٰهِ

Yani hamd ve şükür, ancak Vâcib-ul Vucûd mefhumiyle mülahaza edilebilen müşahhas Zat-ı Akdese hâstır ve müstehaktır. Evet, şahsiyetinin mevcudiyeti ma’lum ve ma’ruf, fakat künh-ü zatının keyfiyeti meçhûl olan müşahhas bir zat, bazen umumî bir emir ile (bir bilinen unvan ile) mülahaza edilebilir. İşte,

لِلّٰهِ

deki

ل

(lam), kendi özünün mânası olan ihtisas ve münhasırlığa teallukundan dolayı, âdeta bu bağlılık ve müteallıklı-ğın mânâsını içine çekmiş, almıştır. Ayn-ı zamanda ihtisas lam’ı, ihlas ve tevhide de işaret etmektedir ki, “Hamd ve şükür yalnız ve sadece Allah’a mahsustur” ma’nasıyla, ihlas ve tevhidi de ifade eder.

رَبِّ

Yani: O ki alemi cemî-i eczasıyla birlikte terbiye eder, besler ve rızıklandırır. O alem’in eczaları da, her birisi umumî alem gibi birer alem olup, zerreleri de büyük âlemin yıldızları misillü intizam içerisinde hareketlerle müteharriktirler.

Ey aziz bilmiş olasın ki: Cenab-ı Hak- azze ve celle- her şey için bir “kemal noktası tayin eylemiş. O şeyin içine de, o nokta-i kemale ulaşmak için bir “meyl” tevdi’ buyurmuştur. Güya ki –her şeye– manevi bir emir vererek, ondaki o meyl ile hareketlenip o kemal noktasına doğru gitsin. İşte, eşyanın her birisi, kendi nokta-ı kemaline doğru seyr-u seferinde, ona yardım edip yol gösterecek ve engelleri def edecek bir şeye, (bir yardımcıya) muhtaç bulunmaktadır. İşte o şey ise, ancak Allah –Azze ve Celle– nin terbiyesi ve yardımı olabilir.

Evet, kâinata dikkatle bakıp teemmül edebilsen; Benî âdem taifeleri gibi bir çok mahlûkat taife ve kabilelerinin var olduğunu göreceksin.. Ve

Yükleniyor...