Sonra, HAMD’in bu makamdaki nazmı, yani Kur’an’ın fatihasına fatiha yapılmasının vechi ve hikmeti ise, zihinde ille-i gaiyenin önceliğinin tasavvuru gibidir, zira HAMD ünvanı, netice-i hilkat olan ibadetin; ve kâinat ve mevcûdat’ın yaradılış hikmeti ve gayesi olan Ma’rifet-i İlahiye’nin icmalî bir suretidir. Öyle ise, HAMD in en önde zikredilmesi, adeta ille-i gaiyye denilen yaradılış hikmetinin peşinen (Hamd ile) tesavvuru gibidir. Evet, Cenab-ı Hak (Azze ve Cell) azamet ve celali ile ferman buyurmuştur ki:
وَ مَا خَلَقْتُ الْجِنَّ واْلاِنْسَ اِلَّا َّ لِيَعْبُدُونِ
{ Ayetten iktibasen alındığı için, bu tarzda kaydedilmiştir.. Âyeti, Zariyat sûresi 56. numaradadır. –Mütercim }
(Yani ancak bana kulluk yapsınlar diye ins ve cinni yarattım.)
Sonra “Hamd” in birçok ma’nalarından en meşhur olanı, Cenab-ı Allah’ın kemalî sıfatlarını izhar eylemektir.
Bu meselenin tahkiki şöyledir ki: Cenab-ı Hak taâla ve tekaddes, insanı halk etmeyi irade buyurduğunda; Onu, kâinatı içinde cem’eden câmi bir nüsha kılmış, onsekizbin âlemi müştemil olan âlem kitabına da bir fihriste etmiştir. Ve insanın ruh cevherinde Cenâb-ı Hak taâlanın ayrı ayrı isim ve ünvanlarla tecelli eylediği bütün âlemlerin nümûnelerini tevdî buyurmuştur. İşte, böyle bir hilkat tarzıyla yaradılmış olan şu insan, kendisine in’am edilmiş bütün bu nümetleri, yardılış hikmet ve gayelerine göre “HAMD” unvanı altında şükr-ü örfiyi (Yani Göz, kulak, ağız gibi nimetleri i’tiraf ederek bu ni’mete, bu iyiliğe karşı teşekkürü) îfa etmek için sarfeylese; ve tabiatın paslarını gideren ve o a’zâları cilalandıran Şeriât-ı Mutahhereyi imtisal eylese, işte o zaman insanın cevher-i ruhunda tevdi’edilmiş olan âlemlerin enmûzeçlerinin her birisi, ait olduğu âlemine bir mişkât, bir pencere açarak, o alemde mütecelli olan ve ona ait sıfata; ve bundan da tezahür eden İSM e bir âyine olmuş olur. İşte o zaman bu haldeki bir insan, ruhuyla ve cismiyle gayb ve şehadet âlemlerinin bir hülâsası olarak; o iki aleme tecelli eden bütün esma ve sıfat kendisine de tecellide bulunduklarını bilebilecektir. Demekki, “HAMD” ile insan, Allah’ın kemalî sıfatlarına mazhar olmuş oluyor.
وَ مَا خَلَقْتُ الْجِنَّ واْلاِنْسَ اِلَّا َّ لِيَعْبُدُونِ
{ Ayetten iktibasen alındığı için, bu tarzda kaydedilmiştir.. Âyeti, Zariyat sûresi 56. numaradadır. –Mütercim }
(Yani ancak bana kulluk yapsınlar diye ins ve cinni yarattım.)
Sonra “Hamd” in birçok ma’nalarından en meşhur olanı, Cenab-ı Allah’ın kemalî sıfatlarını izhar eylemektir.
Bu meselenin tahkiki şöyledir ki: Cenab-ı Hak taâla ve tekaddes, insanı halk etmeyi irade buyurduğunda; Onu, kâinatı içinde cem’eden câmi bir nüsha kılmış, onsekizbin âlemi müştemil olan âlem kitabına da bir fihriste etmiştir. Ve insanın ruh cevherinde Cenâb-ı Hak taâlanın ayrı ayrı isim ve ünvanlarla tecelli eylediği bütün âlemlerin nümûnelerini tevdî buyurmuştur. İşte, böyle bir hilkat tarzıyla yaradılmış olan şu insan, kendisine in’am edilmiş bütün bu nümetleri, yardılış hikmet ve gayelerine göre “HAMD” unvanı altında şükr-ü örfiyi (Yani Göz, kulak, ağız gibi nimetleri i’tiraf ederek bu ni’mete, bu iyiliğe karşı teşekkürü) îfa etmek için sarfeylese; ve tabiatın paslarını gideren ve o a’zâları cilalandıran Şeriât-ı Mutahhereyi imtisal eylese, işte o zaman insanın cevher-i ruhunda tevdi’edilmiş olan âlemlerin enmûzeçlerinin her birisi, ait olduğu âlemine bir mişkât, bir pencere açarak, o alemde mütecelli olan ve ona ait sıfata; ve bundan da tezahür eden İSM e bir âyine olmuş olur. İşte o zaman bu haldeki bir insan, ruhuyla ve cismiyle gayb ve şehadet âlemlerinin bir hülâsası olarak; o iki aleme tecelli eden bütün esma ve sıfat kendisine de tecellide bulunduklarını bilebilecektir. Demekki, “HAMD” ile insan, Allah’ın kemalî sıfatlarına mazhar olmuş oluyor.
Yükleniyor...