görüyorlar. Hem çünkü, onlar bu temsilatı işitmekle dalalete düşüyorlar. Ve onların düştükleri bu dalaletlerine Kur'an da hükmeylemiştir. Hem çünkü onlar kendi koruyucu kabukları içerisinde tefessuh ederek bozulup dışarı atılmışlardır. Hem çünkü onlar, Allah ile yapmış oldukları ahdlerini nakzeylediler. (Allahü a'lem “kalû bela” ahdı kastedilmektedir.) Hem çünkü onlar, hem teşriî hem de tekvinî kanunları ile muttasıl olan ahenk ve nizam-ı âlemi kırıp yırtmışlar, yırtıyorlar. Hem çünkü onlar, yeryüzünde carî olan ilahi nizamı bozuyorlar. Öyle ise: Onlar hiç şübhesiz dünyada vicdan ıztırabını, kalb sıkıntısını ve ruh ürküntüsünü çekerek hasaretetmiş kimselerdir. Ahirette de ebedî azab ile ve Allah'ın gazabına uğramakla hasarete düşeceklerdir. İşte sen gel, iki silsilenin selasetinde, akıcılığında bir düşün, teemmül et ve dikkat buyur!
{ İşarat-ül-İ’caz'ın 1918 tarihinde tab'edilmiş nüshası kenarının tam burasında Hz.Müellif, kendi mübarek kalemiyle şöyle Arabî bir cümle yazmışlardır:
جزاكالله خيرالقداحسنت فيفهوالسلسلتين وتفهيمها
Yani; Allah sana hayırları mükafat versin ki; şu iki silsilenin anlamasında,anlatmasında pek güzel bir üslup ve bir izah getirmişsin. –Mütercim–}
Amma
اَلَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَ يَقْطَعُونَ مَااَمَرَاللّٰهُ
بِهِ اَنْ يُوصَلَ وَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ
cümlesi heyetlerine gelince bilmiş ol ki: Kur'an-ı Hakîm kendi sırr-ı i'cazı ve nazm-ı belağatı içerisinde olarak; bu makamda yaptığı şu tavsifat ile müteşekkik bulunan fasıkları bu tarzda tavsif eylemesinde, elbette çok latif ve pek yüksek bir münasebet için olabilir. Evet, güya ki Kur'an-ı Hakîm diyor: Kur'an-ı ekber olan kâinatın i’cazını göremeyen fasıklardan uzak değildir ki; nazm-ı Kur'an'ın icazında dahi tereddüd edip câhillik yapsınlar. Evet onlar, kâinatın nizamını tesadüfî semeredar tahavvülatını da rastgele bir abes gördükleri için; ondaki hikmetler, ruhlarının fesadından dolayı, kendilerinden tesettür eyleyip saklandığı gibi; sakîm, hastalıklı fıtratlarıyla da ve bozuk olan tehevvüsleri ile dahi, Kur'an'ın mu’ciz olan nazmını ve inci gibi dizilişini müşevveş, mukaddematını semeresiz ve neticesiz, meyve ve semerelerini de acı ve tatsız görmüşler ve görüyorlar.
{ İşarat-ül-İ’caz'ın 1918 tarihinde tab'edilmiş nüshası kenarının tam burasında Hz.Müellif, kendi mübarek kalemiyle şöyle Arabî bir cümle yazmışlardır:
جزاكالله خيرالقداحسنت فيفهوالسلسلتين وتفهيمها
Yani; Allah sana hayırları mükafat versin ki; şu iki silsilenin anlamasında,anlatmasında pek güzel bir üslup ve bir izah getirmişsin. –Mütercim–}
Amma
اَلَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَ يَقْطَعُونَ مَااَمَرَاللّٰهُ
بِهِ اَنْ يُوصَلَ وَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ
cümlesi heyetlerine gelince bilmiş ol ki: Kur'an-ı Hakîm kendi sırr-ı i'cazı ve nazm-ı belağatı içerisinde olarak; bu makamda yaptığı şu tavsifat ile müteşekkik bulunan fasıkları bu tarzda tavsif eylemesinde, elbette çok latif ve pek yüksek bir münasebet için olabilir. Evet, güya ki Kur'an-ı Hakîm diyor: Kur'an-ı ekber olan kâinatın i’cazını göremeyen fasıklardan uzak değildir ki; nazm-ı Kur'an'ın icazında dahi tereddüd edip câhillik yapsınlar. Evet onlar, kâinatın nizamını tesadüfî semeredar tahavvülatını da rastgele bir abes gördükleri için; ondaki hikmetler, ruhlarının fesadından dolayı, kendilerinden tesettür eyleyip saklandığı gibi; sakîm, hastalıklı fıtratlarıyla da ve bozuk olan tehevvüsleri ile dahi, Kur'an'ın mu’ciz olan nazmını ve inci gibi dizilişini müşevveş, mukaddematını semeresiz ve neticesiz, meyve ve semerelerini de acı ve tatsız görmüşler ve görüyorlar.
Yükleniyor...