birbirlerine müjdeleme, hemde hayret edilecek gariblikleri birbirlerine çağırarak gösterme hükmü için iki lazimedir) Evet, ayet Cennet ehlinin acip ve garip hal ve vaziyetleri gördüklerinde, birbirlerine diyeceklerdir ki: “Gelin bakın şu taam veya fakihe, az önce rızıklanıp yediğimizin aynısıdır” diye istibşar ve istiğrablarını birbirlerine söyleyeceklerdir diyor.
Amma
هٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ
cümlesine gelince,bilmiş ol ki: bu ıtlak, (yani, ehl-i Cennetin hangi rızıkla rızıklandıklarını tayin etmeme vaziyeti bir mutlak bırakmadır. Dört mânâyı tazammun etmektedir:
irinci Mânâ: Şu nimetler, dünyada lütfu-u ilahî ile rızıklandığı-mızda ettiğimiz şükürler ve onun yardımı ile işlediğimiz salih amellerdir. (Yani, dünyada yapılan şükürler ve işlenen salih amellerin neticeleri ve semereleridir.) Evet, iş ile ücret arasındaki irtibatın şiddetli olması ile; adeta buradaki amel, ahirette sevap olarak cisimleşecekleri için,
{ Yirmisekizinci ve Otuzikinci Sözlere de bak, hususan 32. Sözün Üçüncü Mevkıfının Birinci İşaretine dikkat et! –Mütercim–}
orada nimetler olarak insana iade edileceklerdir. İşte buradan “istibşar” müjdelenme hadisesi…
�kinci Mânâ: Bundan evvel dünyada, çeşitli taamlardan rızıklandığımız meyvelerin tadlarıyla, buradaki şu rızıkların tadları arasında bulunan azim farklılıktan dolayı, Cennet ehli birbirlerine istiğrablarını bildirileceklerdir. İşte buradanda “istiğrab” hadisesi...
�çüncü Mânâ: Cennet ehli: Şu yediğimiz taamlar, az önce yediğimizin mislidir. Ancak ülfet ve teceddüdün lezzetini cem’ etmiş olmasından, sureten müttehid, amma mânâca muhteliftirler. Ve işte buradanda “ibtihac”, yani sürûr ve ferah hadisesi…
ördüncü Mânâ: Şu ağaçların (Cennet ağaçlarının) dallarına asılı bulunan semereler, az önce yediklerimizin aynısıdır. Çünkü yediklerimizin yerinde defaten ve zamansız olarak hemen tenebbüt edip oluştuklarından dolayı, adete bunlar onlardır. İşte buradan da o semerelerin eksilip noksanlaşmıyacakları hadisesi vardır.
Amma
هٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ
cümlesine gelince,bilmiş ol ki: bu ıtlak, (yani, ehl-i Cennetin hangi rızıkla rızıklandıklarını tayin etmeme vaziyeti bir mutlak bırakmadır. Dört mânâyı tazammun etmektedir:
irinci Mânâ: Şu nimetler, dünyada lütfu-u ilahî ile rızıklandığı-mızda ettiğimiz şükürler ve onun yardımı ile işlediğimiz salih amellerdir. (Yani, dünyada yapılan şükürler ve işlenen salih amellerin neticeleri ve semereleridir.) Evet, iş ile ücret arasındaki irtibatın şiddetli olması ile; adeta buradaki amel, ahirette sevap olarak cisimleşecekleri için,
{ Yirmisekizinci ve Otuzikinci Sözlere de bak, hususan 32. Sözün Üçüncü Mevkıfının Birinci İşaretine dikkat et! –Mütercim–}
orada nimetler olarak insana iade edileceklerdir. İşte buradan “istibşar” müjdelenme hadisesi…
�kinci Mânâ: Bundan evvel dünyada, çeşitli taamlardan rızıklandığımız meyvelerin tadlarıyla, buradaki şu rızıkların tadları arasında bulunan azim farklılıktan dolayı, Cennet ehli birbirlerine istiğrablarını bildirileceklerdir. İşte buradanda “istiğrab” hadisesi...
�çüncü Mânâ: Cennet ehli: Şu yediğimiz taamlar, az önce yediğimizin mislidir. Ancak ülfet ve teceddüdün lezzetini cem’ etmiş olmasından, sureten müttehid, amma mânâca muhteliftirler. Ve işte buradanda “ibtihac”, yani sürûr ve ferah hadisesi…
ördüncü Mânâ: Şu ağaçların (Cennet ağaçlarının) dallarına asılı bulunan semereler, az önce yediklerimizin aynısıdır. Çünkü yediklerimizin yerinde defaten ve zamansız olarak hemen tenebbüt edip oluştuklarından dolayı, adete bunlar onlardır. İşte buradan da o semerelerin eksilip noksanlaşmıyacakları hadisesi vardır.
Yükleniyor...