كَمَاعَلَّمَكُمُ الْقرْاٰنُ
nün mukadderliğini iktiza eyliyor. Yani, Kur'an'ın size ta'lim eyleyip bildirdiği hakikatlerden şüpheniz varsa... ilh. gibi...)
Amma inkârcıların şüphe ve reybleri kesin olduğu halde, katiyette kullanılan
اِذَا
nın yerine, tereddütlü olan
اِنْ
in irad edilmesi, işarettir ki; reyb'in, şüphenin zeval sebebleri açığa çıkmasından ötürü, böylesi hallerin şe'ni ise, varlığı şekli olmasıdır, ki belki muhal iken farazî olarak tasavvur edilmiştir. Hem sonra
اِنْ
de olan şek, üslubun gelişine göre bir şektir. Mütekellime göre kıyaslama değildir.
Ve keza, en kısa meram ifadesi
اِرْتَبْتُمْ
iken, onun yerine
كُنْتُمْ فِيرَيْبٍ
nin iradı işarettir ki; şek ve şüphelerin menşei, münkirlerin hasta tab’ları ve oluş biçimleridir.
Hem “reyb” kelimesi onların şahıslarına zarf kılınması ise, (Yani; ayet
اِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ
“Eğer siz reyb ve şüphenin içerisinde iseniz” diyor ki “reyb” kelimesi zarf olmuş oluyor.) halbuki “reyb” kalblerinin mazrufudur. Yani kalbleri reybe zarfdır. İşte ayetteki şu mânâ, bunu ifade ediyor ki; şek ve şübhenin zülmeti, kalblerinden yayılarak, kalıbı, bedeni de istila etmiş; kalbe bakan ve giden bütün yolları karartmış bir haldedir.
Ammaö
رَيْبٍ
nin tenkiri ise, ta’mim içindir. Yani reybin, şübhenin enva’ından hangi nev’ ile şübhe ederseniz edin; cevabı birdir, o da; “Şu Kur’an mu’cizdir ve haktır.” Öyle ise, sizin sathî bir nazarla bakıp Kur’anı tahtie etmeniz, hatalı görmeniz, en büyük bir hata olduğundan; her bir şübheye ayrı ve hâs cevap vermeye gerek kalmaz. Aya görmez misiniz ki; bir şahıs gitti, pınarın asıl başını gördü ve buldu. Suyunu tattı ve onu hoş ve tatlı bir su olduğunu anladı. Artık bundan sonra, o pınardan ayrılan cedvellerin ve teşa’ub etmiş fer’lerin ayrı ayrı ve tek tek sularını tatmaya ihtiyacı kalmaz.
nün mukadderliğini iktiza eyliyor. Yani, Kur'an'ın size ta'lim eyleyip bildirdiği hakikatlerden şüpheniz varsa... ilh. gibi...)
Amma inkârcıların şüphe ve reybleri kesin olduğu halde, katiyette kullanılan
اِذَا
nın yerine, tereddütlü olan
اِنْ
in irad edilmesi, işarettir ki; reyb'in, şüphenin zeval sebebleri açığa çıkmasından ötürü, böylesi hallerin şe'ni ise, varlığı şekli olmasıdır, ki belki muhal iken farazî olarak tasavvur edilmiştir. Hem sonra
اِنْ
de olan şek, üslubun gelişine göre bir şektir. Mütekellime göre kıyaslama değildir.
Ve keza, en kısa meram ifadesi
اِرْتَبْتُمْ
iken, onun yerine
كُنْتُمْ فِيرَيْبٍ
nin iradı işarettir ki; şek ve şüphelerin menşei, münkirlerin hasta tab’ları ve oluş biçimleridir.
Hem “reyb” kelimesi onların şahıslarına zarf kılınması ise, (Yani; ayet
اِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ
“Eğer siz reyb ve şüphenin içerisinde iseniz” diyor ki “reyb” kelimesi zarf olmuş oluyor.) halbuki “reyb” kalblerinin mazrufudur. Yani kalbleri reybe zarfdır. İşte ayetteki şu mânâ, bunu ifade ediyor ki; şek ve şübhenin zülmeti, kalblerinden yayılarak, kalıbı, bedeni de istila etmiş; kalbe bakan ve giden bütün yolları karartmış bir haldedir.
Ammaö
رَيْبٍ
nin tenkiri ise, ta’mim içindir. Yani reybin, şübhenin enva’ından hangi nev’ ile şübhe ederseniz edin; cevabı birdir, o da; “Şu Kur’an mu’cizdir ve haktır.” Öyle ise, sizin sathî bir nazarla bakıp Kur’anı tahtie etmeniz, hatalı görmeniz, en büyük bir hata olduğundan; her bir şübheye ayrı ve hâs cevap vermeye gerek kalmaz. Aya görmez misiniz ki; bir şahıs gitti, pınarın asıl başını gördü ve buldu. Suyunu tattı ve onu hoş ve tatlı bir su olduğunu anladı. Artık bundan sonra, o pınardan ayrılan cedvellerin ve teşa’ub etmiş fer’lerin ayrı ayrı ve tek tek sularını tatmaya ihtiyacı kalmaz.
Yükleniyor...