kelamda yanlış varmışda, şimdi ancak bu ahmakların nazarına görünmüş oldu?!” diyerek ağızlarına taşla vurmuştur.
mma ayetin nazm ve dizilişi hakkında ikinci vechi ise:
Bilmiş ol ki: önceki ayet, (yani,
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
ayeti) vakta ki ibadeti emreyledi; sami’in zihni sordu: “Hangi keyfiyet üzere ibadet edeceğiz?” Kur'an adeta hemen cevap verdi ki: “Kur'an’ın size bildirdiği ve talimeylediği tarzda ibadet ediniz!”
Sami' suali tekrarladı: “Peki nasıl bileceğiz ki O, Allah'ın kelamıdır?” Kur'an hemen:
وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَي عَبْدِنَا
kavliyle karşılık verdi. (Ayetin meali: “Eğer sizin, abdimiz Muhammede (A.M.) inzal eylediğimiz Kur'an'ın kelamullah olduğu hakkında bir şüpheniz varsa onun bir sûresinin mislini getiriniz...! ilh)”
Amma bu ayetin cümlelerinin yek-diğerleri ile olan münasebet, irtibat ve nazm cihetine gelince şöyledir:
Evet,
وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَي عَبْدِنَا
cümlesi tam mevki-i münasibine düşmüştür. Zira, vaktaki Kur'an insanlara ibadeti emreyledi. Bu Emirden hemen sonra, sanki şöyle bir sual soruldu:
“Nasıl bileceğizki, Allah onu emreylemiş... ya da, o emir Allahın’dır da imtisali vacip olmuş olsun?!” bu suale karşılık hemen denilmişki: “Eğer bir şübhen varsa, kendini tecrübe et! (yani kalk, Kur'an’ın bir mislini yapmaya çalış!) ta yakîn getiresin ki, o Allah'ın emridir.
Yine, ayetimizin nazm ve diziliş vecihlerinden birisi budurki: Kur'an vakta ki,
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًي لِلْمُتَّقِينَ
kendini bihakkin layık olduğu üzere sena eyledi. Sonra onun medhi arkasında mü'minlerin medhi gelip onu takibeyledi. Sonra, istidradî bir tarzda mü'minlerin medhinden sonra; kafir ve münafıkların zemmi izledi. Bunlardan sonra da, ibadet ve
mma ayetin nazm ve dizilişi hakkında ikinci vechi ise:
Bilmiş ol ki: önceki ayet, (yani,
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
ayeti) vakta ki ibadeti emreyledi; sami’in zihni sordu: “Hangi keyfiyet üzere ibadet edeceğiz?” Kur'an adeta hemen cevap verdi ki: “Kur'an’ın size bildirdiği ve talimeylediği tarzda ibadet ediniz!”
Sami' suali tekrarladı: “Peki nasıl bileceğiz ki O, Allah'ın kelamıdır?” Kur'an hemen:
وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَي عَبْدِنَا
kavliyle karşılık verdi. (Ayetin meali: “Eğer sizin, abdimiz Muhammede (A.M.) inzal eylediğimiz Kur'an'ın kelamullah olduğu hakkında bir şüpheniz varsa onun bir sûresinin mislini getiriniz...! ilh)”
Amma bu ayetin cümlelerinin yek-diğerleri ile olan münasebet, irtibat ve nazm cihetine gelince şöyledir:
Evet,
وَاِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَي عَبْدِنَا
cümlesi tam mevki-i münasibine düşmüştür. Zira, vaktaki Kur'an insanlara ibadeti emreyledi. Bu Emirden hemen sonra, sanki şöyle bir sual soruldu:
“Nasıl bileceğizki, Allah onu emreylemiş... ya da, o emir Allahın’dır da imtisali vacip olmuş olsun?!” bu suale karşılık hemen denilmişki: “Eğer bir şübhen varsa, kendini tecrübe et! (yani kalk, Kur'an’ın bir mislini yapmaya çalış!) ta yakîn getiresin ki, o Allah'ın emridir.
Yine, ayetimizin nazm ve diziliş vecihlerinden birisi budurki: Kur'an vakta ki,
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًي لِلْمُتَّقِينَ
kendini bihakkin layık olduğu üzere sena eyledi. Sonra onun medhi arkasında mü'minlerin medhi gelip onu takibeyledi. Sonra, istidradî bir tarzda mü'minlerin medhinden sonra; kafir ve münafıkların zemmi izledi. Bunlardan sonra da, ibadet ve
Yükleniyor...