رَبِِّ الْعَالَمِينَ

lafzında, hem ADALET’e, hem de NÜBÜVVET’e işaret var. Çünkü, on sekiz bin alemin zerreden ve zerrelerden ve sineklerden tut, ta bin defa zeminden büyük seyyareler ve yıldızlara kadar gayet mükemmel bir muvazene, bir intizam, bir mükemmel terbiye vardır. Öyle ise, elbette gayet mükemmel bir adalet-i kübrayı gösteriyor.

NÜBÜVVETe işaret ise: Madem nev’i beşerin fıtrî kuvvelerine –sair hayvanat gibi– hadd konulmamış; ondan tecavüzler çıkmış. Hem insan, maddî cihette olduğu gibi; maneviyat cihetinde de bütün kâinatla alakadar olmasından, hilkat-i kâinattaki hikmet-i âliye-i beşeriyeyi, nizam ve intizam altında olan çekirdek hükmündeki istidatları inkişâf ettirmekle; Emanet-i Kübra vazifesini yapmak cihetiyle, Nübüvvetin olması zarurîdir. Ta ki beşer,

رَبِِّ الْعَالَمِينَ

Deki

عَالَم۪ينْ

(Yani alemler) içindeki yüksek makamını bulabilsin ve halife-i zemin olup melaikeye karşı olan rüçhaniyeti gösterebilsin.

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ

cümlesi ise, HAŞR’i tasrih ediyor. Çünkü

يَوْمِ الدِّينِ

“Din günü” ve “ceza günü” ve “maneviyat günü” demektir. Evet, nasıl ki dünya, maddiyat ve maddî harekât’ın ve amellerin günüdür.. Elbette o harekât’ın neticelerini ve hizmetlerinin ücretlerini ve o mâneviyâtın semeratlarını, belki o faniyat ve zaîlâtın bakî ve daimî eserlerini ve âlem-i misal sinemasıyla ve fotoğrafıyla alınan umum o faniyat ve zaillerin sahife-i amellerini gösterecek ve neşredecek bir gün gelecektir diye ifade ediyor.

İşte buna göre:

بِسْمِ اللّٰهِ

Ve

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

cümleleri gibi, Kur’anın ekser yerlerinde böyle “DÖRT UNSUR-U ESASİYE” içinde görünebilir. Hatta

اِنَّ اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

in sadefinde de bu dört cevher mevcuttur, dikkat etsen görürsün... Ve bu minval üzere, sairlerini nescedebilirsin.

اِنَّ اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

in mânâsı: “Biz sana verdik Kevseri” Yani Zât-ı

Yükleniyor...