Amma ÜÇÜNCÜ ŞÜPHE Kİ: Bazı ayat-ı Kur’aniyenin, aklî delillere ve fennin, ilmin keşfettiklerine münafî bir tarzda imale eylediği meseledir: (Buna karşı cevabımız)

Bilmiş ol ki: Kur’an-ı Hakîmde maksad-ı aslî ise; cumhur-u avamı şu “dört esasat”a irşad etmektedir. O esaslarda bunlardır:

- Sani-i Vahid’in isbatı

-Nübüvvet

-Haşir

-Adalettir

Buna göre, Kur’anda kâinat bahsi ve zikri, istidlal için olduğundan, ancak tebaî ve istitradî vaziyetinde olmuştur.

(MÜHİM BİR MESELEDİR / İlk matbu nüsha)

Evet Kur’an-ı Hakîm, coğrafya ve kozmoğrafya dersini vermek için nazil olmuş bir kitap değildir. Belki san’at-ı İlahiyeye ve Nazzam-ı hakikî olan Cenab-ı Hakkın Vahdaniyetine istidlal için (delil yapıp getirme) kâinattan bahsetmiş, zikrini yapmış ve ediyor. Hal böyle olduğu için; elbetteki her şeyde eser-i san’at, kasd, amd ve nizam görünmektedir. Öyle ise, hilkatin teşekkülü veya ilk yaradılış keyfiyeti nasıl olmuşsa olsun, bizi (bu noktadan) ilgilendirmediği gibi; Kur’andaki maksad-ı asliyede taalluk etmemektedir.

İşte, madem ki Kur’an, kâinattan istidlal için bahsediyor ve madem müddeadan önce istidlal için, yapılanın varlığı ma’lum ve zahir olması zarûrîdir. Hem delilin vuzuhlu ve zahir olması her vakit istihsan edilir. Şimdi acaba bu hale göre, irşad ve belağatın icabı, cumhurun hissî olan mu’tekadatlarını (avamın zahirde görünene göre inançlarını) ünsiyetlen-dirmeyi, okşamayı nasıl iktiza etmiş olmasın!.. ve bir kısım ayetlerin zahirî nassiyetlerini avamın kendilerine göre olan bir çeşit edebî malumatlarına imale etmekle mümaşat etmeyi lüzumlu görmesin!. Lâkin bununla beraber; o zahir hale göre olan imaleler, asl-ı hakikate delalet etmek için değil, belki kinaiyyat, ya da terkiblerin müstetbeatı kabilinden olan şeyler (yani bir mesele anlatılırken, cümlelerin terkibleri arasında irade edilen-lerin dolaylı mânâları) olmakla birlikte; aynı zamanda ehl-i


Yükleniyor...