tahkik için hakikatın asliyetine işaret eden bir çok karine ve emareleri de vazeyliye-cektir.
Evet, mesela: Eğer Kur’an (bilhassa ilk nüzûlünde) istidlal makamında dese idi ki: “Ey insanlar! Güneşin zahirî ve surî hareketi içindeki sükûnunda; ve küre-i arzın zahirî sükûnu ile beraber, yevmî ve senevî hareketinde tefekkür ediniz.. ve yıldızların arasındaki cazibe-i umumîyenin garabetinde teemmül ediniz.. ve elektriğin acaibliğinde ve yetmiş çeşit unsurların arasında cereyan eden gayr-ı mütenahî imtizac ve karışımlarına; ve bir katre suda (yahut “soyda”) milyonlar hayvanatın içtimalarına, toplanmalarına bakınız! Taki Allah ü Teâlanın her şeye kudreti, gücü yeten bir Kadîr-i Zülcelal olduğunu bilesiniz.” İşte o zaman, delil, müddeadan çok dereceler daha gizli, daha örtülü ve daha müşkül olmuş olurdu. Ki bu ise, hiç şübhesiz kaide-i istidlale zıdd ve münafidir.
Hem sonra, Kur’anın o gizli zahirî imaleleri kinaiyât kabilinden olduğu için, mânâları doğru veya yanlışa medar olamazlar. Zira, asıl maksad olan şey, kinaîlerin kendileri değil, belki onların vasıta ve misalleriyle anlatılan şeydir. Nasıl ki mesela
قاَلَ
lafzının Elif’i bir hafifliği ifade edip gösterir. Onun aslı “vav”
{
قاَلَ
nin aslî yapısı
قَوَلَ
dir, sonra telaffuzda hafiflik için
قاَلَ
olmuştur. –Mütercim–}
olmuş, “kaf” olmuş hafifliğine tesir etmez.
(Şu aşağıdaki üç-dört satırlar, başka bir iki şüphenin reddine işaret etmektedir. / İlk matbu nüsha)
Elhasıl: Kur’an-ı Hakîm, umum asırlardaki yekûn insanlar için nâzil olmuş olduğundan; şu geçen “üç noktalar” i’cazının delilleri olarak zikredildiler.
وَالَّذ۪ي عَلَّمَ الْقُرْآنَ المُعْجِزَ اِنَّ نَظَرَ الْبَش۪يرَ النَّذ۪يرَ
وَ بَص۪يرَتَهُ النَّقَّادَةَ اَدَقُّ وَ اَجَلُّ وَ اَجْلٰي وَ اَنْفَذُ مِنْ اَنْ يَلْتَبِسَ
Evet, mesela: Eğer Kur’an (bilhassa ilk nüzûlünde) istidlal makamında dese idi ki: “Ey insanlar! Güneşin zahirî ve surî hareketi içindeki sükûnunda; ve küre-i arzın zahirî sükûnu ile beraber, yevmî ve senevî hareketinde tefekkür ediniz.. ve yıldızların arasındaki cazibe-i umumîyenin garabetinde teemmül ediniz.. ve elektriğin acaibliğinde ve yetmiş çeşit unsurların arasında cereyan eden gayr-ı mütenahî imtizac ve karışımlarına; ve bir katre suda (yahut “soyda”) milyonlar hayvanatın içtimalarına, toplanmalarına bakınız! Taki Allah ü Teâlanın her şeye kudreti, gücü yeten bir Kadîr-i Zülcelal olduğunu bilesiniz.” İşte o zaman, delil, müddeadan çok dereceler daha gizli, daha örtülü ve daha müşkül olmuş olurdu. Ki bu ise, hiç şübhesiz kaide-i istidlale zıdd ve münafidir.
Hem sonra, Kur’anın o gizli zahirî imaleleri kinaiyât kabilinden olduğu için, mânâları doğru veya yanlışa medar olamazlar. Zira, asıl maksad olan şey, kinaîlerin kendileri değil, belki onların vasıta ve misalleriyle anlatılan şeydir. Nasıl ki mesela
قاَلَ
lafzının Elif’i bir hafifliği ifade edip gösterir. Onun aslı “vav”
{
قاَلَ
nin aslî yapısı
قَوَلَ
dir, sonra telaffuzda hafiflik için
قاَلَ
olmuştur. –Mütercim–}
olmuş, “kaf” olmuş hafifliğine tesir etmez.
(Şu aşağıdaki üç-dört satırlar, başka bir iki şüphenin reddine işaret etmektedir. / İlk matbu nüsha)
Elhasıl: Kur’an-ı Hakîm, umum asırlardaki yekûn insanlar için nâzil olmuş olduğundan; şu geçen “üç noktalar” i’cazının delilleri olarak zikredildiler.
وَالَّذ۪ي عَلَّمَ الْقُرْآنَ المُعْجِزَ اِنَّ نَظَرَ الْبَش۪يرَ النَّذ۪يرَ
وَ بَص۪يرَتَهُ النَّقَّادَةَ اَدَقُّ وَ اَجَلُّ وَ اَجْلٰي وَ اَنْفَذُ مِنْ اَنْ يَلْتَبِسَ
Yükleniyor...