Şimdi sen gel bakki; şu asırlar boyunca gençliğini, tazeliğini ve garipliğini muhafaza ederek devam edip gelmiş olan Kur’an-ı Hakîm, elbette ve herhalde adetlerin harikası ve harikaların adeti olacaktır.
Dördüncü Nükte: İrşad, o vakit tam irşad olabilir ki; cumhûr’un ekserisinin efkârının isti’dadı derecesinde ve onun seviyesinde olursa, menfaatlı bir irşaddır denilebilir. Cumhûr ise, (halk topluluğu) ekseriyeti itibariyle avam halktır. Avamlar ise, hakikatı mücerred ve çıplak göremez, onunla tanışamaz. Ancak hayallerinin alışkın olduğu bir elbise içerisinde görürlerse, tanışırlar. İşte bu nükte içindir ki; Kur’an-ı Hakîm o gibi hakikatları müteşabihat ile, teşbih ve istiarelerle tasvir ederek (suret giydirerek) ifade eylemiştir ki; akılca tekemmül etmemiş avam halk ve cumhûr’un, mağalatalar vartasına düşmemelerini muhafaza edip sağlamıştır.
Evet, Kur’an-ı Hakîm, avam halkın anlayışına göre zarurî gibi görünen, lâkin vaki’in ve aslın hilafına olan şeyler ve meselelerde ibham ve ihmal ederek, hakikatını zahire çıkarmamıştır. Tâ ki, onların hiss-i zahir ile itikad ettikleri meselelerle ters düşmesin. Yani vakı’aya ve hakikata göre açık ve zahir beyan etmeyip, ama îma ve işaretlerini üstüne serperek zamana havale etmiş, mehilli bırakmıştır. Bununla beraber bazı emare ve karineler ile hakikatin aslına îma etmeyi de ihmal etmemiştir. İşte, eğer sen bu nükteleri de, iyice akıldan geçirdi isen; şunuda bilmen gerektirki; aklî bürhan ve delil üstüne müesses olan diyanet ve İslâm şeriatı, bütün fenn ve ilimlerin hayatî ukdelerini mutazammın olan hülasalarını almıştır.
İşte mesela fenn-i tehzib-ur ruh, riyazat-ül kalb ve vicdan terbiyesi fenni, cesed terbiyesi fenni, menzil ve hanenin idare ve tedvir ilmi, şehir ve belediyecilik idare ilmi, nizamat-ül alem (uluslar arası ilişkiler bilimi), hukuk fenni, muamelat ve ticaretler ilmi ictimaî âdab fenni gibi, ilim ve fennler...
Amma bununla beraber; Şeriat-ı Garra-yı İslâmiye, bütün bu bilimleri, lüzum hasıl olduğu yerde, ihtiyaç gösteren noktalar da –makamın müsaadesi nisbetinde– tefsir ve izah eylerken; lüzum olmadığı ve zihinlerin hazırlıklı bulunmadığı hal ve durumlarda veya zamanın müsaade etmediği ahvalde; icmal edip bir fezleke ile geçmiş ve bir esas vaz’ederek; istinbatın yapılmasını ve o esasın fer’lendirmesini ve neşv ü nemasını akılların meşveretlerine havale eylemiştir. Hal böyle iken; şu
Dördüncü Nükte: İrşad, o vakit tam irşad olabilir ki; cumhûr’un ekserisinin efkârının isti’dadı derecesinde ve onun seviyesinde olursa, menfaatlı bir irşaddır denilebilir. Cumhûr ise, (halk topluluğu) ekseriyeti itibariyle avam halktır. Avamlar ise, hakikatı mücerred ve çıplak göremez, onunla tanışamaz. Ancak hayallerinin alışkın olduğu bir elbise içerisinde görürlerse, tanışırlar. İşte bu nükte içindir ki; Kur’an-ı Hakîm o gibi hakikatları müteşabihat ile, teşbih ve istiarelerle tasvir ederek (suret giydirerek) ifade eylemiştir ki; akılca tekemmül etmemiş avam halk ve cumhûr’un, mağalatalar vartasına düşmemelerini muhafaza edip sağlamıştır.
Evet, Kur’an-ı Hakîm, avam halkın anlayışına göre zarurî gibi görünen, lâkin vaki’in ve aslın hilafına olan şeyler ve meselelerde ibham ve ihmal ederek, hakikatını zahire çıkarmamıştır. Tâ ki, onların hiss-i zahir ile itikad ettikleri meselelerle ters düşmesin. Yani vakı’aya ve hakikata göre açık ve zahir beyan etmeyip, ama îma ve işaretlerini üstüne serperek zamana havale etmiş, mehilli bırakmıştır. Bununla beraber bazı emare ve karineler ile hakikatin aslına îma etmeyi de ihmal etmemiştir. İşte, eğer sen bu nükteleri de, iyice akıldan geçirdi isen; şunuda bilmen gerektirki; aklî bürhan ve delil üstüne müesses olan diyanet ve İslâm şeriatı, bütün fenn ve ilimlerin hayatî ukdelerini mutazammın olan hülasalarını almıştır.
İşte mesela fenn-i tehzib-ur ruh, riyazat-ül kalb ve vicdan terbiyesi fenni, cesed terbiyesi fenni, menzil ve hanenin idare ve tedvir ilmi, şehir ve belediyecilik idare ilmi, nizamat-ül alem (uluslar arası ilişkiler bilimi), hukuk fenni, muamelat ve ticaretler ilmi ictimaî âdab fenni gibi, ilim ve fennler...
Amma bununla beraber; Şeriat-ı Garra-yı İslâmiye, bütün bu bilimleri, lüzum hasıl olduğu yerde, ihtiyaç gösteren noktalar da –makamın müsaadesi nisbetinde– tefsir ve izah eylerken; lüzum olmadığı ve zihinlerin hazırlıklı bulunmadığı hal ve durumlarda veya zamanın müsaade etmediği ahvalde; icmal edip bir fezleke ile geçmiş ve bir esas vaz’ederek; istinbatın yapılmasını ve o esasın fer’lendirmesini ve neşv ü nemasını akılların meşveretlerine havale eylemiştir. Hal böyle iken; şu
Yükleniyor...