Şimdi ey arkadaş! Sen bu nükteleri bildi isen; başka bir noktayada teemmül edip bak, şöyle ki: Âlemin tarihi şâhittir; ferid bir dahî, ancak umumî isti’daddan birisini inkişaf ettirmeye muvaffak olmuş ve olabilir.. Ve yalnız umumî olan bir hasleti ikaz ettirebilmiştir.. Ve yalnız tek bir hiss-i umumînin inkişafına sebeb olabilmiştir. Evet, böylesi umumî hisleri uykudan uyandıramazsa; muhterem ve celaletli bir zat olsada, bütün çalışmaları boşa gider ve muvakkat kalır. Hem yine tarih bize bildiriyorki; insanların en büyükleri dahi ancak şu umumî hislerden birini, ikisini veya üçünü ikazetmeye muvaffak olabilmiş. Mesela: Milli hamiyet hissi, uhuvvet hissi, muhabbet hissi ve hürriyet hissi gibi umumî hisler...
Şimdi acaba böyle mestûr, örtülü ve gizli olan binler hissiyatı uyandıran ve o geniş sahra olan Ceziret-ül Arabta yayılmış bedevî bir kavimde bunların inkişaflarını birden fevvare kılan, yani birden bire fışkırırcasına çabuk inikşaf ettiren şu zatın şu işleri harikuladeden değilmidir? Evet bu, ancak şems-i hakikatın nevvar ziyasından olabilir.
İşte ey arkadaş! Şu mezkûr noktayı aklına alamıyanın, biz Cezüret-ül Arabı onun gözüne sokacağız. Evet, on üç
{ İşarat-ül İ’caz eseri hicri 1332 de telif edildiği için, “on üç asır” diye ifade edilmiş. Şimdi ise, takvim 1424 tür.. Ve on dört asır dan sonra olmuş olur. –Mütercim–}
asırdan sonra, Ceziret-ül Arab ortada.. ve beşerin medenileşme terakkisi basamaklarında yukarıya
Yükleniyor...