bilinen) ilimler bulunur ki; bedevîlerin yanında mechul ve nazarîdirler. İşte buna binaen; bir adam bedevîlerin hal ve yaşayışlarını, hususan geçmiş karnlardaki ahvallerini muhakeme ve taharrî edebilmesi için, kendini o çöl ve badiyelerde farzetmesi gerekmektedir.

ördüncüsü: Görsen ki: Ümmî bir şahıs, ülemalarla herhangi bir fende –velev ki gramer bilgisi sarf fenni de olsa– münazara ve münakaşa ediyor.. ve sonrada, o fennin meselelerinde itttifaklı noktalarda tasdik ile; ihtilaflı yerlerinde tashih ile reyini beyan etmektedir. Yani “bu böyledir, şu da şöyledir” diyor. İşte acaba bu hal, onun üstünlüğü ve ilminin vehbîliği hakkında sana bir delil olmuş olmuyor mu?

İşte eğer bu nükteleri anladı isen, bilmiş olasınki Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselam ümmî olduğu halde, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyanın lisanıyla bize evvellerin ahvalını ve geçmiş peygamberlerin kıssa ve hikayelerini bizzat görmüş ve o zaman ve mekanlarda hazır bulunmuşcasına nakl ve hikaye ediyor; ve her kesin başı üstünde o eski Peygamlerin ahvallerini pek azim bir dava içinde öyle beyan ediyor ve esrarını öyle bir şerhediyorki; bütün zekî ve akıllı insanların dikkatlerini celbediyor. Hem de o kıssa ve sergüzeştleri öyle mübalatsız, kayğısız ve telaşsız bir tarzda söyliyor; ve naklettiği o meselelerin içindeki ukde-i hayatiyeyi ve esasatını öyle bir ele alıp beyan ediyorki; eski kitapların üstünde ittifak ettikleri noktaları tasdik, ihtilaflı meseleri tashih ederek kendi müddeasına mukaddime yapıyor. İşte O (A.S.M.) bu mezkûr tavır ve haliyle, adeta ma’kes-i vahy-i İlahî olan ruh-u cevvaliyle zaman ve mekânları tayetmiş, mâzînin derinliklerine dalarak, o peygamberleri ve o zamanları müşahid sıfatıyla müşahede etmişçesine beyan etmektedir. İşte, O Zat-ı Kerimin (A.S.M.) şu hali elbetteki peygamberliğinin delili ve pek çok mu’cizatından birisi olduğu sabit olmuş oluyor. Demek ki, geçmiş peygamberlerin nübüvvetlerini gösteren, isbat eden delillerin top yekünü, onun tek bir mu’cize-i maneviyyesi hükmündedir.

eşinci Mesele: (Bu mesele, asr-ı saadet sahifesine dair, hususan Ceziret-ül Arab meselesi hakkındadır.) İşte burada “dört nükte” vardır.

Birincisi: Eğer alemde (beşeriyet aleminin ahvalinde) teemmül edip düşünebilsen, görürsün ki: Bir büyük padişah da olsa, az nüfuzlu da olsa, kavminden küçük bir adeti, ya da zaif bir hasleti, ahlakı; zelil ve perişan bir tek taifeden de olsa; tamamen ref’ederek, söküp atmak çok zor ve pek müşkildir. Belki ancak şiddetli bir himmet ve ta’kib ile uzun bir zamanda

Yükleniyor...