Ve yine netice itibariyle, putperestlik mezhebini doğuran ehl-i tabiat mezhebi ile, yıldızlara bir çeşit tesarru-u hakikî veren Sabiiyye

{ Sabiiyye dini veya mezhebi, İslâmdan önce, Şam, Irak arasındaki Cezire kısmında ve Urfanın Harran bölgesinde iz ve ve eserleri görülmüş çok eski batıl, ya da mensûh bir din ve mezhebdir ki, yıldızlara bir nev’i uluhiyet isnad edip Mabud ittihaz etmişlerdir. –Mütercim–}

mezhebinin redd ve ibtaline de telvih eder.

Hem yine, ayetin heyeti mânası ile, cisimlerin (maddi cisimlerin) sıfatları ve imkaniyetleriyle de Sani’a dalalet ettiklerini insanlara göstermek için bir tenbihdir. Zira cisimlerde çalışan zerreler umumî ahval ve keyfiyetlerinde imkaniyete kabiliyetleri cihetinde, (yani olma ve olmama imkaniyeti cihetinde) iki tarafça mütesavidirler. O halde pek çok ihtimaller arasında mütereddid bulunan bütün o mümkin sıfatlar ve dolayısıyla bütün o keyfiyat ve ahvaller itibariylede, umum cisimler, bir muhassisin (tahsis edicinin) kasdına, hikmetine ve tahsisine muhtaçtırlar.

Amma

لَكُمْ

ün takdimi, yani ayette semanın bina edilmesinin zikrinden önce, arzın tefrişi, serilip yayılmasını zikr eylemesi ise, işarettir ki; yerin, dünya toprağının serilip tefriş edilmesi insanlar için olmuştur. Amma bununla beraber, serilmiş ve yayılmış olan arz sofrasından istifade eden yalnız bir insan değildir, başkaları da vardır. Öyle ise yeryüzün de görülen fazlalıklar, ziyadelikler abes değillerdir. Feteemmel!

Amma

فِرَاشًا

lafzı ise, belağatın bir nüktesine işaret etmetedirki, bir garabet noktasıdır. Şöyleki: Yerin, toprağın serilmesinde ve yayarak tefrişinde; onun tabiatının iktizasına göre, yani ağırlığı, sert cisimliği ve sairesi hasebiyle suda batmak ve dalmak iken, tamamının batmaması kaydıdır. Ayet, bu kelimesiyle îma ediyorki; o tefriş, yayma ve serme, arzın tabiatının zıddına ve hilafınadır. Çünkü Küre-i Arzın tabiatı itibariyla, onun hertarafını suların istilaetmesi ve ihata eylemesi iktizası iken, Sani-i Hakîm, hikmeti ve merhameti Küre-i Arzın bir kısmını dışarıda bırakarak, yaymış, üstüne de nimetlerinin sofrasını sermiştir.

Hem dahi

فِرَاشًا

kelimesi

اِذَاثَبَتَ الشَّيْءُ ثَبَتَ بِلَوَازِمِه۪

(Bir şey, vucûd bulup sabit olduğunda, lavazımiyle birlikte sabit olmuş olur) kaidesiyle,

Yükleniyor...