ilan etmiyor mu? Evet, her bir zerre tek başıyla saniin infirad içinde birliğine delil olduğu gibi; iç içe terkip edilip terakkî içinde yükselen mürekkebatdan bir cüz’ olduğunda, yani terkib edilmişin bir cüz’ü olmasıyla, onun o delaleti gittikçe daha da artmaktadır. Çünki her bir zerrenin bütün mürekkebata girip, onda bir makamı; ve her makamda bir nisbeti; ve her bir nisbette bir vazifesi; ve her bir vazifede bir çok maslahatları semere vermesi ve her bir mertebede saniin vucub-u vucudunun delillerini kendi lisanıyla tilavet eylemesi vardır. Öyleki, adeta bu zerre bu haliyle; takımında, bölüğünde, taburunda, kolordusunda ilh.. birer münasebetleri bulunan bir nefer asker gibidir.
VE ŞİMDİ ÜZERİNDE OLDUĞUMUZ AYETİN NAZM VE DİZİLİŞİNE GEÇİYORUZ
İşte: Önce ayetimizin makabliyle olan umumî nazmlığı itibariyle, sonra da cümle-cümle heyetlerinin nazmı itibarıyla olan nazm ve diziliş vecihlerinin keyfiyetine bakıyoruz.
Amma umumîyeti itibarıyla makabliyle olan nazmlık ciheti ise, bilmiş ol ki; Kur’an-ı Hakîm vaktaki beşerin mertebece kısımlarını ve mükellefînin enva’ını, yani müttaki mü’minleri, inatcı kâfirleri ve bu iki kısım arasında müteredid bulunan münafıkları beyan ettikden sonra; hepsine birden teveccüh ederek;
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
kavliyle hitab eyledi. Arkasından da, hendesî plana göre yapılan bir binanın tertibi gibi, sabıkının izini takib ederek tertibe aldı. Yani: Emr ve nehyi, ilim kanunu üzere amele bağladı. Kazayı da kaderin üstüne bina eyledi. İnşa ve icadı dahi kıssa ve hikayeye rabt eyledi.
Evet, Kur’an-ı Hakîm vakta mezkûr üç fırkanın hal ve hareketlerinin mebhaslerini zikr eyledi. Sonra da herbirisinin hassa ve özelliğini ve her hepisinin akıbetlerini dile getirdikten sonra, yer ve mahall hazır hale gelmiş oldu. Dinleyici olan Sâmi’ de uyanarak intibaha geldi. Kur’an dahi dönüp mezkûr ayetteki hitap ile iltifatlı bir bakış içinde tevcih-i kelam eyledi. Sonra, Kur’an’ın bu iltifatında, yani önceki ayetlerde onları gıyaben yadeylemek, sonra burada bu ayette doğrudan hitab etmekte; Beyan ilmi uslubuna göre, umumî bir nüktenin bulunmasındandır. Şöyle ki; bir şahsın mehasini, iyilikleri veya kabahat ve kötülükleri zikredilirken, yavaş ve aheste bir tarz-ı üsluptaki îkaz ve
VE ŞİMDİ ÜZERİNDE OLDUĞUMUZ AYETİN NAZM VE DİZİLİŞİNE GEÇİYORUZ
İşte: Önce ayetimizin makabliyle olan umumî nazmlığı itibariyle, sonra da cümle-cümle heyetlerinin nazmı itibarıyla olan nazm ve diziliş vecihlerinin keyfiyetine bakıyoruz.
Amma umumîyeti itibarıyla makabliyle olan nazmlık ciheti ise, bilmiş ol ki; Kur’an-ı Hakîm vaktaki beşerin mertebece kısımlarını ve mükellefînin enva’ını, yani müttaki mü’minleri, inatcı kâfirleri ve bu iki kısım arasında müteredid bulunan münafıkları beyan ettikden sonra; hepsine birden teveccüh ederek;
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
kavliyle hitab eyledi. Arkasından da, hendesî plana göre yapılan bir binanın tertibi gibi, sabıkının izini takib ederek tertibe aldı. Yani: Emr ve nehyi, ilim kanunu üzere amele bağladı. Kazayı da kaderin üstüne bina eyledi. İnşa ve icadı dahi kıssa ve hikayeye rabt eyledi.
Evet, Kur’an-ı Hakîm vakta mezkûr üç fırkanın hal ve hareketlerinin mebhaslerini zikr eyledi. Sonra da herbirisinin hassa ve özelliğini ve her hepisinin akıbetlerini dile getirdikten sonra, yer ve mahall hazır hale gelmiş oldu. Dinleyici olan Sâmi’ de uyanarak intibaha geldi. Kur’an dahi dönüp mezkûr ayetteki hitap ile iltifatlı bir bakış içinde tevcih-i kelam eyledi. Sonra, Kur’an’ın bu iltifatında, yani önceki ayetlerde onları gıyaben yadeylemek, sonra burada bu ayette doğrudan hitab etmekte; Beyan ilmi uslubuna göre, umumî bir nüktenin bulunmasındandır. Şöyle ki; bir şahsın mehasini, iyilikleri veya kabahat ve kötülükleri zikredilirken, yavaş ve aheste bir tarz-ı üsluptaki îkaz ve
Yükleniyor...