batıldır. Zira mütevassat olan nev’i, yani birbirinden ayrı ve müstakil olan iki nev’in arasında tavassut etmiş, girmiş bir nevi’, tenasül yoluyla –ekseriyetle– teselsül edemez. Öyle ise, araya girmiş mütevassat olan şahıs bir silsilenin başı olamaz. (Mesela at ile inek nev’inin arasına giren, yani ikisinden döllenen katır cinsinin nesillenmediği gibi… İşte madem mebde’ ve asıl itibariyle bu iş böyle olmuş ve böyledir, elbette bit-tarikil-evla silsilenin eczalarıda öyle olacaktır.

Evet acaba nasıl tasavvur olunabilir ki; şuûrsuz, ihtiyarsız, basit ve camid olan esbab-ı tabiiyeye; fehimlerin içinde hayret ve şaşkınlığa daldığı o silsilelerin icadına ve her birisi mu’cizat-ı kudret’in birer acib sanatı bulunan silsilelere bağlı olan ferdlerin ihtira’ına (yokken vucuda çıkarılmasına) kabiliyeti olsun?!. Evet silsileleriyle beraber bütün o ferdler hudûs ve imkaniyetleri lisanıyla Halıklarının (c.c.) vucûb-u vucüduna kat’î şehadetle şahidlik yapmaktadırlar. Amenna!

6- Eğer desen: Ortadaki, meydandaki şu kat’î şahdetle beraber, şu bazı insanlar maddenin ve hareketinin ezeliyeti gibi dalaletlere nasıl inanabiliyorlar?

evaben sana denilir: Tebaî ve sathî nazar bazen muhalı mümkin görür.nasılki, Bayram hilaline bakan ihtiyar adamın kirpiğinin ve kaşının eğilmiş beyaz bir kılını ay olarak görmesi ve hilal telakki etmesi gibi…evet insan ali bir cevhere (ruh cevherine) ve mükerrem bir mahiyete sahib olduğu için, daima hakkın, hakikatın arkasında dolaşıyor. Fakat bazen ihtiyarsız, davetsiz ve taharrisiz olarak eline batıl ve dalal da düşebiliyor. Belki de sathî ve tebaî olan nazarı ile baktığı için, çaresiz olarak onu öyle kabul ediyor. Zira öylesi kimseler, vaktaki hikmetlerin ve maslahatların ipi ve zinciri olan kâinat nizamından tegafül eylediği ve hareket ve maddenin ezeliyetle taban tabana olan zıddıyetinden teâmî (hayret içinde görmezlik) ettiği için, onun tabaî olan nazarı yanında, şu nakş-ı bedii ve bu acip sanatı kör tesadüfe veya şaşı ittifaka isnadını muhtemel görebiliyor.

Evet, alleme HÜSEYİN-İ CİSRİ

{ Hüseyn-i Cisrî, büyük bir âlim, usulcu, kelamcı bir din mücahidi idi. Şam Trablus’unda (yani şimdi Lübnan’da) 1845’te doğdu. 1909’da vefat eyledi. Bir çok eser te’lif eyledi. Kitapları içinde meşhurlarından “Er Risalet-ül Hamidiyye” ve “El Hüsn-ül Hamidiyye Filakidet-il İslâmiyye” eserleridir. –Mütercim–}

(R.H.) nin dediği gibi “Âsar-ı medeniyyetle müştemil müzeyyen bir seraya giren adamın, kasr’ın banî

Yükleniyor...