Amma
وَلَوْشَٓءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَ اَبْصَارِهِمْ
cümlesi heyetlerinin keyfiyetine gelince bil ki; cümlenin başındaki “vav”, iki cümleyi bir birine bitiştirme bağlatma edatı olan vav-ı atıf olması sırrıyla, telvih ediyorki; kudret-i ilahiyenin eli zahiri sebeblerin perdesi altında tasarruf içinde iş görmekte; onun hikmetinin nazarı da bütün illet ve asıl hakikî sebebleri en üstten doğru mürakebe etmektedir.
Amma
وَلَوْ
harfi ise, gayr-i müstakim bir istisnaî kıyası tazammun etmektedir. Yani ki: meşiet-i ilahiyenin adem-i tealluku farz edildiği takdirde; temsildekilerin kulak ve gözlerinin zehabsızlığına, yani bu iki büyük ni’metin kendilerinden alınıp selb edilmemesine illet olmuş olur. Nasılki menfî yönüyle düşünüldüğünde, kulak ve gözlerinin gitmemişliği meşiet-i ilahiye bunların kendilerinden selb edilip giderilmelerine tealluk etmediğine dair ilmen bilinen bir delildir. Hem bu
لَوْ
remz etmektedir ki; bu makamda sebeb artık kendi son haddine veya had sınırına ulamış, dayanmıştır.
Amma
شَٓءَ
kelimesi ise işaret veriyor ki; sebeb ile müsebbebi bir birine bağlıyan ancak meşiet ve İrade-i İlahiyedir. Öyle ise, hakikî tesir sahibi Kudret-i İlahiyedir. Sebebler ancak izzet ve azamet-i ilahiyenin birer perdesidirler. Yani tâ ki, bu perdedarlık vaziyetiyle aklın zahir nazarında Kudret-i Rabbaniyenin eli hasis işler ve emirlerle mübaşeret ettiği görülmesin.
Amma lafza-i celal olan
اللّٰهَ
ile tasrih eylemesinde ise; (yani ayet cümlesi başı: “Ve eğer Allah meşietiyle istese idi” ifadesiyle olduğu için, sarahaten ferman buyurmuş demektir.) İnsanları sebeplere fazla mübtelalıklarından ve içlerine batıp dalmalardan zecr edip ayırmak istediğine ve zihinleri umum sebeplerin arkasındaki yed-i kudreti görmeye davet ettiğine işarettir.
وَلَوْشَٓءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَ اَبْصَارِهِمْ
cümlesi heyetlerinin keyfiyetine gelince bil ki; cümlenin başındaki “vav”, iki cümleyi bir birine bitiştirme bağlatma edatı olan vav-ı atıf olması sırrıyla, telvih ediyorki; kudret-i ilahiyenin eli zahiri sebeblerin perdesi altında tasarruf içinde iş görmekte; onun hikmetinin nazarı da bütün illet ve asıl hakikî sebebleri en üstten doğru mürakebe etmektedir.
Amma
وَلَوْ
harfi ise, gayr-i müstakim bir istisnaî kıyası tazammun etmektedir. Yani ki: meşiet-i ilahiyenin adem-i tealluku farz edildiği takdirde; temsildekilerin kulak ve gözlerinin zehabsızlığına, yani bu iki büyük ni’metin kendilerinden alınıp selb edilmemesine illet olmuş olur. Nasılki menfî yönüyle düşünüldüğünde, kulak ve gözlerinin gitmemişliği meşiet-i ilahiye bunların kendilerinden selb edilip giderilmelerine tealluk etmediğine dair ilmen bilinen bir delildir. Hem bu
لَوْ
remz etmektedir ki; bu makamda sebeb artık kendi son haddine veya had sınırına ulamış, dayanmıştır.
Amma
شَٓءَ
kelimesi ise işaret veriyor ki; sebeb ile müsebbebi bir birine bağlıyan ancak meşiet ve İrade-i İlahiyedir. Öyle ise, hakikî tesir sahibi Kudret-i İlahiyedir. Sebebler ancak izzet ve azamet-i ilahiyenin birer perdesidirler. Yani tâ ki, bu perdedarlık vaziyetiyle aklın zahir nazarında Kudret-i Rabbaniyenin eli hasis işler ve emirlerle mübaşeret ettiği görülmesin.
Amma lafza-i celal olan
اللّٰهَ
ile tasrih eylemesinde ise; (yani ayet cümlesi başı: “Ve eğer Allah meşietiyle istese idi” ifadesiyle olduğu için, sarahaten ferman buyurmuş demektir.) İnsanları sebeplere fazla mübtelalıklarından ve içlerine batıp dalmalardan zecr edip ayırmak istediğine ve zihinleri umum sebeplerin arkasındaki yed-i kudreti görmeye davet ettiğine işarettir.
Yükleniyor...