Ve amma
مِنَ الصَّوَاعِقِ
ise, raad ile berkin kendisine zarar dokundurmak üzere ittihad ettiklerine işarettir. Çünki sâika (yıldırım), şiddetli bir savt olup, beraberinde yandırıcı ateş dahi bulunurki, isabet eylediği şeyi ve şahsı devirir, yıkar ve yakar.
Amma
حَذَرَالْمَوْتِ
kelamı ise, onların ma’ruz kaldıkları bela öylesi bir beladır ki; adeta, etlerini kemiğe kadar kesip, koparıp attığı gibi; ahval ve evda’larını da, ta hayata ve ruha dayanıncaya dek kesip biçmiştir diye işaret eder. İşte bu vaziyette onları alâkadar eden en başta gelen şeyin, tek ölüm gamı, kaygısı ve hayat hıfzı olduğunu bildirmektedir.
Ve amma
وَاللَّهُُ مُح۪يطٌ بِ لْكَافِر۪ينَ
cümlesi heyetlerine gelince bilki: cümlenin başındaki “vav” harfi önceki cümleyle bir münasebetin varlığını iktiza eder. Bu münasebet ise, bu cümle ile önceki cümlenin meallerine hal ve vaziyeti tevafuk edenin arasında olan münasebettir. Adeta bu “vav”, temsildekilerin ve bunlara hali uyan münafıkların üstünde şu gelen mânayı okuyor gibidir: “Onlar öyle bir kavm ve millettir ki; imaretten şehir hayatı ve medeniyetten; ve insan cemaatı ve cemiyetinden kaçtılar, firar ettiler. Hem gecenin bir sübat, bir istirahat vakti olduğu kanununa karşı isyan ettiler. Ve samimî hayırhah nasihatçıların nasihatını da dinleyipte uymadılar. Gittiler; kurtuluş ve necatı, sahraya çıkmaktadır sandılar. Hemde çöle, sahraya geceleyin çıktılar. Lâkin pek büyük hüsrana uğradılar ki, Allah ın belaları onları ihata edip sarmış oldu.”
Amma
وَاللَّهُُ مُح۪يطٌ بِ لْكَافِر۪ينَ
deki
اللَّهُُ
Lafzı, onların en son ümidleride kesildiğine remz etmektedir. Zira musibete giriftar olmuş bir kimsenin evvel ve âhir ümidi, ancak rahmet-i İlahiyeye ilticadadır. Fakat bunlar kendi ihtiyarlarıyla seçmiş olduları hareketlerinden dolayı Allah’ın kahr ü gazabına uğramaya müstehak olarak bu ümidleri sönmüş ve kesilmiş oldu.
Amma
مُح۪يطٌ
lafzı ise şöyle bir imada bulunuyorki; su her tarafı ihata edip kaplamış olan musibetler Allahü Tealanın asar-ı gazabıdır. Evet
مِنَ الصَّوَاعِقِ
ise, raad ile berkin kendisine zarar dokundurmak üzere ittihad ettiklerine işarettir. Çünki sâika (yıldırım), şiddetli bir savt olup, beraberinde yandırıcı ateş dahi bulunurki, isabet eylediği şeyi ve şahsı devirir, yıkar ve yakar.
Amma
حَذَرَالْمَوْتِ
kelamı ise, onların ma’ruz kaldıkları bela öylesi bir beladır ki; adeta, etlerini kemiğe kadar kesip, koparıp attığı gibi; ahval ve evda’larını da, ta hayata ve ruha dayanıncaya dek kesip biçmiştir diye işaret eder. İşte bu vaziyette onları alâkadar eden en başta gelen şeyin, tek ölüm gamı, kaygısı ve hayat hıfzı olduğunu bildirmektedir.
Ve amma
وَاللَّهُُ مُح۪يطٌ بِ لْكَافِر۪ينَ
cümlesi heyetlerine gelince bilki: cümlenin başındaki “vav” harfi önceki cümleyle bir münasebetin varlığını iktiza eder. Bu münasebet ise, bu cümle ile önceki cümlenin meallerine hal ve vaziyeti tevafuk edenin arasında olan münasebettir. Adeta bu “vav”, temsildekilerin ve bunlara hali uyan münafıkların üstünde şu gelen mânayı okuyor gibidir: “Onlar öyle bir kavm ve millettir ki; imaretten şehir hayatı ve medeniyetten; ve insan cemaatı ve cemiyetinden kaçtılar, firar ettiler. Hem gecenin bir sübat, bir istirahat vakti olduğu kanununa karşı isyan ettiler. Ve samimî hayırhah nasihatçıların nasihatını da dinleyipte uymadılar. Gittiler; kurtuluş ve necatı, sahraya çıkmaktadır sandılar. Hemde çöle, sahraya geceleyin çıktılar. Lâkin pek büyük hüsrana uğradılar ki, Allah ın belaları onları ihata edip sarmış oldu.”
Amma
وَاللَّهُُ مُح۪يطٌ بِ لْكَافِر۪ينَ
deki
اللَّهُُ
Lafzı, onların en son ümidleride kesildiğine remz etmektedir. Zira musibete giriftar olmuş bir kimsenin evvel ve âhir ümidi, ancak rahmet-i İlahiyeye ilticadadır. Fakat bunlar kendi ihtiyarlarıyla seçmiş olduları hareketlerinden dolayı Allah’ın kahr ü gazabına uğramaya müstehak olarak bu ümidleri sönmüş ve kesilmiş oldu.
Amma
مُح۪يطٌ
lafzı ise şöyle bir imada bulunuyorki; su her tarafı ihata edip kaplamış olan musibetler Allahü Tealanın asar-ı gazabıdır. Evet
Yükleniyor...