Amma
رَعْدٌ وَبَرْقٌ
deki tenvin ise, sıfatlarının bedelidir. Yani mesela:
رَعْدٌقَاصِفٌ وَبَرْقٌ خَاطِفٌ
gibi sıfatlarıyla beraber zikredilmeleri yerine ve onlara bedel tenvin-i tenkir ile vermiştir. Bundan başka, bu tenvin ile, raad ve berkdaki acayipliklerden dolayı, dikkatle teemmüle, derin düşünmeye sevketmesi sebebiyle; bunlarla herhangi bir ülfetin hasıl olmadığına delalet etmek içindir.
Hem yine bu tenvinde şöyle bir îmâ da vardırki; münafıkların hakkı işitmek ve dinlemekten kulaklarının tıkanmış olması ve gözlerinin ibretle bakıp azamet ve Kudret-i İlahiyenin delilerini toplamaktan kapalı bulunmuş olması ile; berk ve raadın ne olduğunu bilmiyor ve tanımıyorlar. İşte bundan dolayı raad ve berk, nekire ile ifade edilmiştir.
Amma
يَجْعَلوُنَ اَصَابِعَهُمْ ف۪يٓ اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِحَذَرَالْمَوْتِ
cümlesi hey’atındaki keyfiyete gelince, bilmiş ol ki: Bu cümle, mukadder bir sualin cevabı olduğu gibi; ayni zamanda güzel bir istinaftır. Zira ki sami’, vakta şu hissî olan temsilli kıssaya yöneldi, birden musibetin hal keyfiyeti ne olduğu hakkında malumat edinmek için, üstündeki perdenin kalkmasını şiddetle arzu etti. Sonra da, tasvir tasviri tekmil etmesinden sonra ve onunla olan ihtiyaç işi bitmesi akabinde, sâmi’in meyelan ve arzusunun mecrası, musibete uğramışın halini keşfetmeye eğildi. İşte bu makamda sanki sualci soruyor: “acaba şimdi musibete giriftar olmuş şahsın halı nasıldır? Ve kurtuluş için ne gibi bir vesileye tesebbüs ediyor!.?..”
İşte, Kur’an bu istihama şöyle cevap verdi:
اٰذَانِهِمْ يَجْعَلوُنَ اَصَابِعَهُمْ ف۪يٓ
diyerek, onlar için kurtuluşun çaresi yoktur. Belki onlar, suda boğulmak üzere olan birisinin kurtulmak için, tutunamıyacak şeylere bile yapışması nev’inden; onlarda semavattan atılan mancınıklardan korunmak için kulaklarını tıkıyorlar. Oysa, onların yaptığı bu iş, muhal
رَعْدٌ وَبَرْقٌ
deki tenvin ise, sıfatlarının bedelidir. Yani mesela:
رَعْدٌقَاصِفٌ وَبَرْقٌ خَاطِفٌ
gibi sıfatlarıyla beraber zikredilmeleri yerine ve onlara bedel tenvin-i tenkir ile vermiştir. Bundan başka, bu tenvin ile, raad ve berkdaki acayipliklerden dolayı, dikkatle teemmüle, derin düşünmeye sevketmesi sebebiyle; bunlarla herhangi bir ülfetin hasıl olmadığına delalet etmek içindir.
Hem yine bu tenvinde şöyle bir îmâ da vardırki; münafıkların hakkı işitmek ve dinlemekten kulaklarının tıkanmış olması ve gözlerinin ibretle bakıp azamet ve Kudret-i İlahiyenin delilerini toplamaktan kapalı bulunmuş olması ile; berk ve raadın ne olduğunu bilmiyor ve tanımıyorlar. İşte bundan dolayı raad ve berk, nekire ile ifade edilmiştir.
Amma
يَجْعَلوُنَ اَصَابِعَهُمْ ف۪يٓ اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِحَذَرَالْمَوْتِ
cümlesi hey’atındaki keyfiyete gelince, bilmiş ol ki: Bu cümle, mukadder bir sualin cevabı olduğu gibi; ayni zamanda güzel bir istinaftır. Zira ki sami’, vakta şu hissî olan temsilli kıssaya yöneldi, birden musibetin hal keyfiyeti ne olduğu hakkında malumat edinmek için, üstündeki perdenin kalkmasını şiddetle arzu etti. Sonra da, tasvir tasviri tekmil etmesinden sonra ve onunla olan ihtiyaç işi bitmesi akabinde, sâmi’in meyelan ve arzusunun mecrası, musibete uğramışın halini keşfetmeye eğildi. İşte bu makamda sanki sualci soruyor: “acaba şimdi musibete giriftar olmuş şahsın halı nasıldır? Ve kurtuluş için ne gibi bir vesileye tesebbüs ediyor!.?..”
İşte, Kur’an bu istihama şöyle cevap verdi:
اٰذَانِهِمْ يَجْعَلوُنَ اَصَابِعَهُمْ ف۪يٓ
diyerek, onlar için kurtuluşun çaresi yoktur. Belki onlar, suda boğulmak üzere olan birisinin kurtulmak için, tutunamıyacak şeylere bile yapışması nev’inden; onlarda semavattan atılan mancınıklardan korunmak için kulaklarını tıkıyorlar. Oysa, onların yaptığı bu iş, muhal
Yükleniyor...