Hem

كَصَيِّبٍ

nin temsilindekine benzetmesi yapılana halin mutabakatsızlığından dolayı, lüzumlu bir mukadder cümleyi iktiza eyler... Ve bu lazım olan mukadderi izhar eylemedeki sükût ise, îcaz içindir. Lafızda yapılan îcaz da, mânâyı itnab edip uzunlaştırmak içindir ki, sami’in hayaline havale edilsin de, tâ itnab edip makamdan istimdad eylemesine mahall hazırlansın içindir.

İşte

كَصَيِّبٍ

temsilde gösterilen hale ve ona benzetilenin haline mutabakatsızlığı vaziyetiyle, güya diyor ki: “Ya da o gibi kimseler gibidir ki; hâlî bir sahrada ve karanlıklı çok muzlim bir gece içinde yolculuk yaparlarken, “sayyib” ile (yani, yağmurlu bulut ile) müsibetlere giriftar oldular.” İşte burada, me’nus ve me’luf olan “matar” kelimesinden saparak geçip, “sayyib” ile ifade etmesinde şöyle bir remz vardır ki; o yağmur’un katreleri onlara kasden atılan musibetin kurşun damlaları gibidir ki; koruyucu bir örtü veya çadırları olmadığı için hep onlara isabetle neticelenmiştir. (zira, iki kelimenin –sayyebe ile asabe kelimelerinin– kökü birdir)

Amma yağmurun yalnız sema cihetinden geldiğinin bedahetiyle beraber,

مِنَ السَّمَٓءِ

diye zikreylemsinde şöyle bir imâ vardır ki; yağmuru semaya tahsis etmesiyle umumîleştirmeğe götürmesinde; ve yağmuru sema ile kayıdlı ve bağlı tutmasında ise, mutlaklığa geçirmek içindir. Bu mesele

وَمَ مِنْ دَابَّةٍ فِي ْلَارْضِ وَ؟لا طَٓءِرٍ يَطِيرُ بِجَنَحَيْهِ

Enam/38) ayetindeki takyid ve tahsislerinin nazîri gibidir. İşte buna göre

اَوْكَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓءِ

nin bir mânâsı; yağmur, bütün sema afakını tutmuş ve her yeri kaplamış bir tabaka halindedir demektir.

---------------(((---------------

Yükleniyor...