İşte bunun böylece tasvirinden sonra, sanki sami’in zihni harekete gelerek soruyor: “Peki acaba temsilde gösterilen o pek müdhiş haldeki şahıslar nasıl hareket ediyorlar.. ve ne yapıyorlar.. ve ne gibi bir şeye teşebbüs ediyorlar.?”
Kur’an-ı Hakîm de bu gibi mukadder zihnî suallere cevaben:
يَجْعَلوُنَ اَصَابِعَهُمْ ف۪يٓ اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَالْمَوْتِ
onlar için hiçbir sığınak, dayanak ve necat mahalli bulunmadığına işaret eyledi. Hatta onların hali, suda boğulmak üzere olan birisinin tutunamıyacak şeylerede el atıp tutunması gibi hareket içerisindedir. İşte bu halin dehşetinden dolayı kulaklarını kapamak için parmak uçları yerine, parmaklarının tamamını kulağın içine sokarcasına istimal ediyorlar. Yani adeta o dehşetli hal ellerini şiddetle vuruyor öyle bir acıtıyor ki; o ağrıdan parmaklarını ağızları yerine kulaklarının içine sokmak istiyorlar. Hem şaşkınlıkla budalalaşmalarından ne yapacaklarını şaşırmış olarak; yıldırım isabet etmesin diye kulaklarını tıkıyorlar.
Sonra sam’i, bunu da dinledikten sonra; zihni meseleyi biraz daha yakından öğrenmek için soruyor ki: “Şu mevcud musibet, müstevlî olan umumî bir musibet midir? Yoksa hâs bir mevkiye aid bir hadise midir? Eğer hâs bir hadise ise, belki bir ümid ışığı beklenebilir?..
Kur’an-ı Hakîm buna da cevaben
وَاللَّهُُ مُح۪يطٌ بِ لْكَافِر۪ينَ
diyerek; o musibet (kâfirler için umumî ve muhit olduğunu beyan buyurdu.) Yani şu müsibet, onların ni’metleri küfran ve inkarla karşılamalarına mukabil bir cezalarıdır. Bu ceza ile; Allahü Teala onların cumhûrde, yani umum mevcudatta tevdi’ edilmiş olan İlahî kanundan serkeşlik edip şuzûz ettikleri için tutturup cezaya çarptırdı.
Sonra dinleyici makamında olan sami, ra’dın şiddetli savtını işittiğinde kalbine dönüp konuşuyor “acaba aydınlatarak yolu göstermekte şu şimşeğin ışığı bunlara bir faide vermiyor mu?
Kur’an-ı Hakîm buna cevaben:
يَكَادُالْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ
diyerek raadın, gökgürültüsünün onlara karşı gösterdiği adavet ile işitme, duyma
Kur’an-ı Hakîm de bu gibi mukadder zihnî suallere cevaben:
يَجْعَلوُنَ اَصَابِعَهُمْ ف۪يٓ اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَالْمَوْتِ
onlar için hiçbir sığınak, dayanak ve necat mahalli bulunmadığına işaret eyledi. Hatta onların hali, suda boğulmak üzere olan birisinin tutunamıyacak şeylerede el atıp tutunması gibi hareket içerisindedir. İşte bu halin dehşetinden dolayı kulaklarını kapamak için parmak uçları yerine, parmaklarının tamamını kulağın içine sokarcasına istimal ediyorlar. Yani adeta o dehşetli hal ellerini şiddetle vuruyor öyle bir acıtıyor ki; o ağrıdan parmaklarını ağızları yerine kulaklarının içine sokmak istiyorlar. Hem şaşkınlıkla budalalaşmalarından ne yapacaklarını şaşırmış olarak; yıldırım isabet etmesin diye kulaklarını tıkıyorlar.
Sonra sam’i, bunu da dinledikten sonra; zihni meseleyi biraz daha yakından öğrenmek için soruyor ki: “Şu mevcud musibet, müstevlî olan umumî bir musibet midir? Yoksa hâs bir mevkiye aid bir hadise midir? Eğer hâs bir hadise ise, belki bir ümid ışığı beklenebilir?..
Kur’an-ı Hakîm buna da cevaben
وَاللَّهُُ مُح۪يطٌ بِ لْكَافِر۪ينَ
diyerek; o musibet (kâfirler için umumî ve muhit olduğunu beyan buyurdu.) Yani şu müsibet, onların ni’metleri küfran ve inkarla karşılamalarına mukabil bir cezalarıdır. Bu ceza ile; Allahü Teala onların cumhûrde, yani umum mevcudatta tevdi’ edilmiş olan İlahî kanundan serkeşlik edip şuzûz ettikleri için tutturup cezaya çarptırdı.
Sonra dinleyici makamında olan sami, ra’dın şiddetli savtını işittiğinde kalbine dönüp konuşuyor “acaba aydınlatarak yolu göstermekte şu şimşeğin ışığı bunlara bir faide vermiyor mu?
Kur’an-ı Hakîm buna cevaben:
يَكَادُالْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ
diyerek raadın, gökgürültüsünün onlara karşı gösterdiği adavet ile işitme, duyma
Yükleniyor...