Amma

لَا يُبْصِرُونَ

ise, musibetlerin temel esasına bir tansistir. Yani, şeksiz olarak o musibetlerin ana esasını kat’î bildirme ve göstermedir. Zira gözleri görmeyen bir kişi, bir şahıs, belaları en çok gören ve çekendir demektir. Ve besarın (görme hassesi) kaybedilmiş olması demek, musibetler’in en hafîsi ve gizlisini görüyor demektir.

Amma

لَايُبْصِرُونَ

deki mudarîlik, yani Türkçe ile; “onlar görmüyorlar ve görmeyecekler” mânâsında hali ve istikbali içine alan mudariliği ise, onların halını, hayalin gözü önünde tasvir ve temsil etmek içindir. Ta ki dinleyicinin, o dehşetli vaziyetlerini görsün de vicdaniyle de mütahassis kalmış olarak hissen de müteessir olsun.

Amma

لَا يُبْصِرُونَ

de mef’ûlün terkedilişi, (yani, ayetin bu cümlesi: “onlar zulmetler içersinde göremiyorlar” diyor. Mef’ûl olarak neyi göremediklerini bidirmiyor, söylemiyor. Bu halde “Mef’ul” terkedilmiştir) umûmileştirmek içindir, şöyle ki:

1- Onlar, menfaatlerini görmüyorlar ki muhafaza etsinler.

2- Tehlikeli hal ve işleri görmüyorlar ki, onlardan hazer edip kaçınsınlar.

3- Karşılıklı olarak arkadaşlarını göremiyorlar ki. Onlarla ünsiyetlenip tesellî bulsunlar, adeta herbirisi kendi başına yalnız, ğarip ve tekdir.

--------------(((---------------

Ve şimdi gel,

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَايَرْجِعُون

nin cümlelerine atf-ı nazar kıl da, gör ki: aralarında neyi ve neleri çağrıştırdıklarını işitip duyasın. Evet, bu “dört şeyler”, yani sağırlık, dilsizlik körlük ve geriye dönmemezlik halleri; temsil edilenle, temsildeki hali yaşayanın arasında müşterek bir haddır.. Ve bu ikilerin arasında bir berzahtır; ve bu dört şeyler her iki guruba da (Yani temsildekilerle, temsil ile gösterilenlere) müteveccihtirler ki, her iki tarafın hallerini dile getiriyorlar.. Ve adeta her

Yükleniyor...