Ammaö
مَاحَوْلَهُ
ise, onların dört taraflarını dehşetin sarmış olduğuna ve altı cihetten hücûma geçen zararlardan ancak o ateşin ışığıyla korunmanın lüzumuna işarettir.
Amma
ذَهَبَ
kelimesi, şart’ın cezası olduğu için; yani ayette
فَلَمًّ
ile, vaktaki yakılan ateş, onların etraflarını ziyalandırdı” ifadesiyle, cümlenin kuruluş karakterinde şartlı bir ziyalandırma olmuş oluyor. Bunun menfî cezası, yani karşılığı ise; o ışık ve ziyanın gitmesi, giderilmesi bunun cezaüşşartdır. Hem
ذَهَبَ
nin, yani “gitti” nin bir lazımı olması gerekir. Bu lüzûmun gizliliği de, –az üstte izahı yapıldığı üzere– onlar, o ışığın (ve burada münafıklar, hidayet nuru ışığının) teahhüdünü üstlenmedikleri ve ondaki büyük nimetin kadrini bilmedikleri için; ziyalanma ve ışıklanma nimeti ellerinden alınmış oldu. (Yani: Kapkaranlık gecenin içersinde, onlara nurun ziya nimetini verdi. Amma onlar bunun taahhüdünü yaparak ve koruma tedbirlerini alarak muhafaza edemedikleri için; o ışık nimeti tamamen ellerinden alındı.) Hem o ışığa karşı gösterdikleri ziyadesiyle sevinme ve ferahlanma; onlara bunun muhafaza tahhüdünü unutturdu. Cenab-ı Allah da onlardan onu aldı.
Amma
ذَهَبَ اللّٰهُ
da
ذَهَبَ
nin Allah’a isnad edilmesin de, iki çeşit reca ve ümidin de kesildiğine işarettir:
1- Tamirin (onarmanın) ümid ve recası..
2- Rahmete karşı beslenen ümid..
Zira, evvela ayet, o afetin semavî olduğuna işaret eylemiştir ki, tamire kabil olmadığına, onlara verilen ceza dahi kişinin kendi kusurunun cezası olduğuna işaret ve remz etmektedir. Bu yüzden Cenab-ı Allah ta, o ni’meti onlardan alıyor.. Ve o ni’metin (temsilde ateş ve ışık nimetinin, tatbikatta ise hidayet nuru ni’metinin) onlardan alınmasıyla da, sebeplerin inkıta’ı demek olduğuna göre; hararetli bir ümid ile sarılmış oldukları Rahmet emelinin ipi de kesildiğine remz etmektedir. Evet, çünkü hakkı iptal etmek için, Hak teâla dan yardım ve muavenet istenilmez.
مَاحَوْلَهُ
ise, onların dört taraflarını dehşetin sarmış olduğuna ve altı cihetten hücûma geçen zararlardan ancak o ateşin ışığıyla korunmanın lüzumuna işarettir.
Amma
ذَهَبَ
kelimesi, şart’ın cezası olduğu için; yani ayette
فَلَمًّ
ile, vaktaki yakılan ateş, onların etraflarını ziyalandırdı” ifadesiyle, cümlenin kuruluş karakterinde şartlı bir ziyalandırma olmuş oluyor. Bunun menfî cezası, yani karşılığı ise; o ışık ve ziyanın gitmesi, giderilmesi bunun cezaüşşartdır. Hem
ذَهَبَ
nin, yani “gitti” nin bir lazımı olması gerekir. Bu lüzûmun gizliliği de, –az üstte izahı yapıldığı üzere– onlar, o ışığın (ve burada münafıklar, hidayet nuru ışığının) teahhüdünü üstlenmedikleri ve ondaki büyük nimetin kadrini bilmedikleri için; ziyalanma ve ışıklanma nimeti ellerinden alınmış oldu. (Yani: Kapkaranlık gecenin içersinde, onlara nurun ziya nimetini verdi. Amma onlar bunun taahhüdünü yaparak ve koruma tedbirlerini alarak muhafaza edemedikleri için; o ışık nimeti tamamen ellerinden alındı.) Hem o ışığa karşı gösterdikleri ziyadesiyle sevinme ve ferahlanma; onlara bunun muhafaza tahhüdünü unutturdu. Cenab-ı Allah da onlardan onu aldı.
Amma
ذَهَبَ اللّٰهُ
da
ذَهَبَ
nin Allah’a isnad edilmesin de, iki çeşit reca ve ümidin de kesildiğine işarettir:
1- Tamirin (onarmanın) ümid ve recası..
2- Rahmete karşı beslenen ümid..
Zira, evvela ayet, o afetin semavî olduğuna işaret eylemiştir ki, tamire kabil olmadığına, onlara verilen ceza dahi kişinin kendi kusurunun cezası olduğuna işaret ve remz etmektedir. Bu yüzden Cenab-ı Allah ta, o ni’meti onlardan alıyor.. Ve o ni’metin (temsilde ateş ve ışık nimetinin, tatbikatta ise hidayet nuru ni’metinin) onlardan alınmasıyla da, sebeplerin inkıta’ı demek olduğuna göre; hararetli bir ümid ile sarılmış oldukları Rahmet emelinin ipi de kesildiğine remz etmektedir. Evet, çünkü hakkı iptal etmek için, Hak teâla dan yardım ve muavenet istenilmez.
Yükleniyor...