Ve bundan sonra, sen gel şuö

فَلَمًّ اَضَٓءَتْ مَاحَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنوُرِهِمْ

cümlesi etrafındaki incelik ve letaiflere de nazarı bir çeviri verde bak, ta göresin ki; cümledeki kaydlar, maksad ve garazın esası olan o dehşetin zulümatını nasıl aydınlattığını gösteriyorlar. Ayrıca da, üst taraftaki “Dördüncü Mesele” de

{ Dördüncü Meseleden murad, üst tarafta “Bir fasıl ve bir mukaddeme” başlığı altındaki bölümün ortasında yeralan “Dördüncü Mesele”dir. –Mütercim–}

[Kelamım kuvveti, onun kayıtlarının arasındaki cevaplaşmalarındadır] diye olan hükmün buna ve buraya da baktığını işitmiş ve görmüştün.

İşte,

فَلَمًّ

daki “Fa” nın atıflığı ise; temsildeki adamlara mutlak ye’sin hücumu ardından, ümid ve recanın kemalı ta’kip eylediğine bir îmadır. (Yani: onlar gecenin zulümatı içersinde kaldıklarında, mutlak bir ye’se giriftar olup müstağrak olmuşlarken, kalktılar bir ateş yaktılar, bu ateşin ışığıyla ümidin kemaline kavuştular zannettiler)

Amma

لَمًّ

harfi, edatı ise; müstakim olan istisnaî bir kıyası tazammun ettiğinden, aynı zamanda öngörülen şartiyenin (Yani “vaktaki” diye şartlılığının) tahakkukuna da delalet etmesiyle; ardından gelecek “tâlî” nin, yani neticenin de tahakkuk eyleyeceğine, dolayısıyla tesellî ümidini kat’etmiş olduğuna işaret eder. (Yani ki, temsilde ateş yakanlar, o ateşin ışığıyla vaktaki aydınlandılar, arkasından Cenab-ı Allah onların nurlarını, ışıklarını söndürüvererek, alıp götürdü.)

Ammaö

اَضَٓءَتْ

ise, yakılan ateşin ısınmak için değil ışıklanma, aydınlanma için olduğuna işaret eder. Ayrıca kelimenin vaziyeti ve lisan-ı remzi, dehşetin şiddetine de bakmaktadır. Zira, o izae, ziyalandırma; mehalikin onun ile görünmesinden dolayı, o ışık o tehlikeli şeylerin mevcudiyetlerini bildirmekten gayrı bir faide vermemiştir. Eğer ateş ışığı olmamış olsaydı; belki nefis muğalatlarla kendini teskin edebilme ihtimali olabilirdi.

Yükleniyor...