ondaki nimetin kadrini de bilemediler, dolayısiyle uzun bir müddet koruyupta devam ettiremediler. O ateş nimeti de sönüp gitti. Zira gaflet eseri olarak, ateşin koruma vesile ve sebeplerini muhafaza etmekle değil, neticesiyle meşgul olmaları yüzünden
اËنَّ اْلاËنْسَنَ لَيَطْغَيÍ د
اَنْ رَءَهُ اسْتَغْنَيٰ د
Alak/6,7 (Yani insanoğlu kendini müstağnî, ihtiyaçsız gördüğü zaman, başlar Rabbisine karşı isyan etmeye) sırrıyla; o ateşin sönmesini gerektiren, ehemmiyetsizlikle ona yaklaşım göstermeleri, onun devamsızlığına sebebiyet vermiş oldular. Öyle ki, îzâenin, (ziyalandırmanın) kendisi bile, nur’un kaybolup gitmesine adeta sebeb olmuş oldu.
Amma ö
وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَتٍ
cümlesi ise; Nur’un, ışığın zeval bulmasıyla, buna bağlı olan nimetlerin elden çıkıp gitmesinden gelen hüsranlarına işaretten sonra; zülumatın içine düşerek, üzerilerine nıkmet ve musibetlerin nüzûlünden gelen hızlan, rüsvaylık ve perişaniyetlerine de bakan bu cümle evvelki cümleyi (nazm ve irtibat için) takib eylemiştir. Yani ki, (artık nur ve ışık bulma ümidi kalmadığı için, tamamen hızlana büründürülüp zulümat içerisinde bırakıldılar.) mânâsını ifade eder.
لَا يُبْصِرُونَ
cümlesine gelince, bil ki: İnsanoğlu karanlığın ortasına düştüğünde, ya da, karanlıklar onu sardığında, haliyle o da yolunu kaybeder. İşte o vaziyette arkadaş, yoldaş ve beraberlerindekileri görmekle birazcık sâkinleşip tesellî bulabilir. Eğer bunları göremezse; onun hakkında, sükûn ve durgunluk da, hareket gibi musibet olur. Belki daha vahşice ve vahşetzar bir tarzda ürküntülü olur.
Amma
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَايَرْجِعُونَ
cümlesi ise, bil ki; insan, bunun gibi belanın içine düştüğü zaman, tertip sırasıyla dört cihetten, necat için –az da olsa– tesellî bekler, emel ve ümid besler durur.
İşte, Evvela: Etrafta olan köylülerden, ya da gelip geçen yolculardan; kendi aralarında birbirlerine seslenmelerini işitme ümidini besler ki;
اËنَّ اْلاËنْسَنَ لَيَطْغَيÍ د
اَنْ رَءَهُ اسْتَغْنَيٰ د
Alak/6,7 (Yani insanoğlu kendini müstağnî, ihtiyaçsız gördüğü zaman, başlar Rabbisine karşı isyan etmeye) sırrıyla; o ateşin sönmesini gerektiren, ehemmiyetsizlikle ona yaklaşım göstermeleri, onun devamsızlığına sebebiyet vermiş oldular. Öyle ki, îzâenin, (ziyalandırmanın) kendisi bile, nur’un kaybolup gitmesine adeta sebeb olmuş oldu.
Amma ö
وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَتٍ
cümlesi ise; Nur’un, ışığın zeval bulmasıyla, buna bağlı olan nimetlerin elden çıkıp gitmesinden gelen hüsranlarına işaretten sonra; zülumatın içine düşerek, üzerilerine nıkmet ve musibetlerin nüzûlünden gelen hızlan, rüsvaylık ve perişaniyetlerine de bakan bu cümle evvelki cümleyi (nazm ve irtibat için) takib eylemiştir. Yani ki, (artık nur ve ışık bulma ümidi kalmadığı için, tamamen hızlana büründürülüp zulümat içerisinde bırakıldılar.) mânâsını ifade eder.
لَا يُبْصِرُونَ
cümlesine gelince, bil ki: İnsanoğlu karanlığın ortasına düştüğünde, ya da, karanlıklar onu sardığında, haliyle o da yolunu kaybeder. İşte o vaziyette arkadaş, yoldaş ve beraberlerindekileri görmekle birazcık sâkinleşip tesellî bulabilir. Eğer bunları göremezse; onun hakkında, sükûn ve durgunluk da, hareket gibi musibet olur. Belki daha vahşice ve vahşetzar bir tarzda ürküntülü olur.
Amma
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَايَرْجِعُونَ
cümlesi ise, bil ki; insan, bunun gibi belanın içine düştüğü zaman, tertip sırasıyla dört cihetten, necat için –az da olsa– tesellî bekler, emel ve ümid besler durur.
İşte, Evvela: Etrafta olan köylülerden, ya da gelip geçen yolculardan; kendi aralarında birbirlerine seslenmelerini işitme ümidini besler ki;
Yükleniyor...