ÜÇÜNCÜ MESELE: Bilmiş ol ki, kelamın kemali ve cemali ve onun beyanî olan hûllesi, kaftanı ise, onun üslûbu iledir. Üslûbu da temsilli istiarenin parçalarından alınmış hakikatlerin sureti ve mânânın kalıbıdır. Öyle ki, o temsilli istiarenin parçaları adeta hayalî bir simotoğraf oluyor. Evet, nasıl ki
اَلثَّمَرَةُ
lafzı kendi bağ ve bostanını (hayale) gösterdiği.. ve «ˆ«*@««" lafzı da, harb meydanını irae eylediği gibi..
Sonra temsiller, eşya arasında mevcut olan münasebetlerin sırrı üzerinde müesses olduğu gibi; kâinatın nizamı içindeki in’ikaslar üstünde de kuruludur. Hem de bir çok emirler işler, başka emirleri hatırlattırdığına binaen; nasıl ki Süreyya dairesi içinde hilalin görünmesiyle, Hurmacılıkla iştigal eden insanların zihninde; Hurma ağacının eskiyerek beyazlaşıp eğilen bir dalının ucuna bir salkım hurmanın asılmışlığını ihtar etmesi gibidir. İşte tenzilde (Kur’an da)
{ Yasin Sûresi, ayet:39}
حَتَّيعَادَكَالْعُرْجُونِالْقَدِيمِ
demesiyle mezkûr teşbihin letafetini bak ne kadar parlatıyor!
Hem sonra, az yukarda kayıtlı olan ayetlerde geçtiği üzere; temsilli üslûbun faidesi şudur ki: mütekellim, temsilli istiâre vasıtasıyle, derin yerdeki ma’nanın damarlarını izhar edip meydana çıkarır. Ya da, müteferrik ayrı ayrı manaları birbirine kavuşturur, buluşturur. Dinleyicinin de eline bu ma’naların bir tarafı verildiğinde, geri kalanlarını da kendine taraf çekebilmesine imkân hasıl olmuş olur.. Ve bu itttisal ve kavuşma vasıtasıyla, öbür manalara da intikal etmesi mümkün olur. Demek ki, o müteferrik ma’nalardan az bir kısmının görünmesiyle; dinleyici olan kimse, –karanlık içinde olsa da– yavaş yavaş tamamına doğru gider, ulaşır ve alabilir.
İşte mesela: Bir cevherciden beliğ kelam’ın tavsifi sorulduğunda: “Kelam-ı beliğ, onu düşünce ve tefekkürün delmiş olduğu şeydir.” Sözünü işitirse; ve yahut meyhaneciden: “Kelam-ı beliğ, ilim kazanlarında pişirilen şeydir” tavsifi dinlerse; ve ya da, Devecinin: “Kelam-ı beliğ, yularını tutup, getirip, ma’na mebrekinde, tavlasında
اَلثَّمَرَةُ
lafzı kendi bağ ve bostanını (hayale) gösterdiği.. ve «ˆ«*@««" lafzı da, harb meydanını irae eylediği gibi..
Sonra temsiller, eşya arasında mevcut olan münasebetlerin sırrı üzerinde müesses olduğu gibi; kâinatın nizamı içindeki in’ikaslar üstünde de kuruludur. Hem de bir çok emirler işler, başka emirleri hatırlattırdığına binaen; nasıl ki Süreyya dairesi içinde hilalin görünmesiyle, Hurmacılıkla iştigal eden insanların zihninde; Hurma ağacının eskiyerek beyazlaşıp eğilen bir dalının ucuna bir salkım hurmanın asılmışlığını ihtar etmesi gibidir. İşte tenzilde (Kur’an da)
{ Yasin Sûresi, ayet:39}
حَتَّيعَادَكَالْعُرْجُونِالْقَدِيمِ
demesiyle mezkûr teşbihin letafetini bak ne kadar parlatıyor!
Hem sonra, az yukarda kayıtlı olan ayetlerde geçtiği üzere; temsilli üslûbun faidesi şudur ki: mütekellim, temsilli istiâre vasıtasıyle, derin yerdeki ma’nanın damarlarını izhar edip meydana çıkarır. Ya da, müteferrik ayrı ayrı manaları birbirine kavuşturur, buluşturur. Dinleyicinin de eline bu ma’naların bir tarafı verildiğinde, geri kalanlarını da kendine taraf çekebilmesine imkân hasıl olmuş olur.. Ve bu itttisal ve kavuşma vasıtasıyla, öbür manalara da intikal etmesi mümkün olur. Demek ki, o müteferrik ma’nalardan az bir kısmının görünmesiyle; dinleyici olan kimse, –karanlık içinde olsa da– yavaş yavaş tamamına doğru gider, ulaşır ve alabilir.
İşte mesela: Bir cevherciden beliğ kelam’ın tavsifi sorulduğunda: “Kelam-ı beliğ, onu düşünce ve tefekkürün delmiş olduğu şeydir.” Sözünü işitirse; ve yahut meyhaneciden: “Kelam-ı beliğ, ilim kazanlarında pişirilen şeydir” tavsifi dinlerse; ve ya da, Devecinin: “Kelam-ı beliğ, yularını tutup, getirip, ma’na mebrekinde, tavlasında
Yükleniyor...