Ve sonra, temsile ihtiyaç gösteren ve ona götüren şey, mananın derinliği ve inceliğidir ki, temsil yoluyla ancak o mana tezahür edebilir. Ya da maksadın ve garazın dağınıklığı ve intişarıdır ki, temsil ile o dağınıklıklar ve kopukluklar, maksadla irtibatlandırılmaya sevkettirilebilir.
İşte, temsil nevilerinin en birinci derecesi, şüphesiz ki; Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyanın müteşabihatlarıdır. Zira, ehl-i tahkik yanında müteşabihat-ı Kur’aniye, temsilatın en âlî nev’idir. Hem çıplak olan hakaik-i mahzanın ve “ma’kulat-ı sırfa” denilen elbisesiz mücerred ma’naların üsluplarıdır. Evet, avam halk, ekseriya mahz olan hakikatları, ancak kendilerince, hayal edilebilen bir suret ile telakkî ve kabul edebilirler. Aynı zamanda libassız olan ma’kulat-ı sırfayı, (yalnız aklen olmaları mümkin şeyler) ancak temsilli bir üslûb ile fehmedebiliyorlar ki; zihinleri
اِسْتَوٰى َعَليَالْعَرْشِ
gibi müteşabihattan dolayı dağılmasın.. ve o gibi hakikatlerle ünsiyet peyda edebilsin.. Ve o gibi temsilat ile fehim ve anlayışlarına müraat edilmiş olsun.
Sonra ben, (Yani, Bediüzzaman’ın Zat-ı Kerim’i) geçmişte Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’cazını beyanında “oniki meseleyi
{ Mütercimin bir notu: Gelecek “Oniki meseleler” Hazret-i Müellifin Türkçe “Muhakemat” adlı eserinin “Unsurül-belağat” bölümünde vardır. Ancak buradakine göre bir derce tafsilli, Arapçası olan “Reçetetül-havas” eserinin aynı bölümünde ise, ondan biraz daha mücmel olarak bulunmaktadır, ki zaten “Muhakemat”ın Türkçe ve Arapçası, müellifin beyanıyla “İşarat-ül İ’cazın mukaddemesi olarak (bak 9. Şuaın mukaddemesine) telif edilmiştir. İşte burada biz, Muhakemat’takinin aynısını alıp dercedebilirdik. Lakin Hz. Müellifin 1910 lu yıllarındaki çok ağır ve fevkelade ilmî Türkçesi ve üslûbu ile olduğu için, –ki zaten fehminden yüksek zekalar dahi acz hissetmektedirler– anlaşılması güç olan vaziyetiyle olmuş olurdu... Ve eğer “sadeleştirme denilen tahrifi uygulayarak, moda Türkçeye çevirmiş olsa idik; heybetli hikmetli ve ciddi üslubundaki manalarda soyulmuş, donuk, ruhsuz bir suret ortaya çıkmış olurdu. Şayet, Muhakematın Arapçasındakini Türkçeye tercüme ederek almış olsaydık, Muhakematın Türkçesindekine benzer bir şekilden ibaret olmuş olurdu. İşte bütün bunların yanında, Hz. Müellif, madem buraya İşarat-ül İ’caza, Türkçe ve Arapça Muhakemat’lardakinin tıpatıp aynılarını almamıştır. Biz de, elbette bir hikmeti vardır diyerek; şu İşarat-ül İ’cazdaki manaca bir, üslup ve kelimelerce bir derece değişik olan hülasayı, –başka yerde aynı benzeri omadığı için– olduğu gibi tercüme etmeğe çalışarak buradaki yerine dercetmeyi uygun buluyor ve elimizden geldiğince, metne sadık kalmaya çalışmayı Rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. –Mütercim–}
mukaddime
{ Yani Arabi İşarat-ül İ’caz’a mukaddime olarak te’lif edilen. –Mütercim–}
İşte, temsil nevilerinin en birinci derecesi, şüphesiz ki; Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyanın müteşabihatlarıdır. Zira, ehl-i tahkik yanında müteşabihat-ı Kur’aniye, temsilatın en âlî nev’idir. Hem çıplak olan hakaik-i mahzanın ve “ma’kulat-ı sırfa” denilen elbisesiz mücerred ma’naların üsluplarıdır. Evet, avam halk, ekseriya mahz olan hakikatları, ancak kendilerince, hayal edilebilen bir suret ile telakkî ve kabul edebilirler. Aynı zamanda libassız olan ma’kulat-ı sırfayı, (yalnız aklen olmaları mümkin şeyler) ancak temsilli bir üslûb ile fehmedebiliyorlar ki; zihinleri
اِسْتَوٰى َعَليَالْعَرْشِ
gibi müteşabihattan dolayı dağılmasın.. ve o gibi hakikatlerle ünsiyet peyda edebilsin.. Ve o gibi temsilat ile fehim ve anlayışlarına müraat edilmiş olsun.
Sonra ben, (Yani, Bediüzzaman’ın Zat-ı Kerim’i) geçmişte Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’cazını beyanında “oniki meseleyi
{ Mütercimin bir notu: Gelecek “Oniki meseleler” Hazret-i Müellifin Türkçe “Muhakemat” adlı eserinin “Unsurül-belağat” bölümünde vardır. Ancak buradakine göre bir derce tafsilli, Arapçası olan “Reçetetül-havas” eserinin aynı bölümünde ise, ondan biraz daha mücmel olarak bulunmaktadır, ki zaten “Muhakemat”ın Türkçe ve Arapçası, müellifin beyanıyla “İşarat-ül İ’cazın mukaddemesi olarak (bak 9. Şuaın mukaddemesine) telif edilmiştir. İşte burada biz, Muhakemat’takinin aynısını alıp dercedebilirdik. Lakin Hz. Müellifin 1910 lu yıllarındaki çok ağır ve fevkelade ilmî Türkçesi ve üslûbu ile olduğu için, –ki zaten fehminden yüksek zekalar dahi acz hissetmektedirler– anlaşılması güç olan vaziyetiyle olmuş olurdu... Ve eğer “sadeleştirme denilen tahrifi uygulayarak, moda Türkçeye çevirmiş olsa idik; heybetli hikmetli ve ciddi üslubundaki manalarda soyulmuş, donuk, ruhsuz bir suret ortaya çıkmış olurdu. Şayet, Muhakematın Arapçasındakini Türkçeye tercüme ederek almış olsaydık, Muhakematın Türkçesindekine benzer bir şekilden ibaret olmuş olurdu. İşte bütün bunların yanında, Hz. Müellif, madem buraya İşarat-ül İ’caza, Türkçe ve Arapça Muhakemat’lardakinin tıpatıp aynılarını almamıştır. Biz de, elbette bir hikmeti vardır diyerek; şu İşarat-ül İ’cazdaki manaca bir, üslup ve kelimelerce bir derece değişik olan hülasayı, –başka yerde aynı benzeri omadığı için– olduğu gibi tercüme etmeğe çalışarak buradaki yerine dercetmeyi uygun buluyor ve elimizden geldiğince, metne sadık kalmaya çalışmayı Rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. –Mütercim–}
mukaddime
{ Yani Arabi İşarat-ül İ’caz’a mukaddime olarak te’lif edilen. –Mütercim–}
Yükleniyor...