İşte
اُولٰٓ ِكَ
lafzı, uzakta iken hissedilmekte olan bir şeyi ihzar eyleme mevzuunda kullanıldığından, şöyle işaret veriyor ki: o mezkûr cinayetleri işiten herbir dinleyici, onları işleyenlere karşı kalbinde yavaş yavaş bir nefret ve bir öfke hasıl olması, hem gittikçe de o nefretin şiddetlenmesi normal seyrinin icabıdır, şe’nindendir. Öyle ki o nefret ve öfke, dinleyiciyi, teşeffi-i gayz denilen öfkesini dindirmek ve cinayet sahiplerinin yüzlerine karşı nefret ve tahkirle mukabelede bulunmak için, o cinayetleri işlemiş kimseleri görmeye arzulandırır.
Amma
اُولٰٓ ِكَ
deki mahsusiyet (hissedilmişlik) ise, şöyle remzeder ki: zikri geçmiş o acib evsafla müttesıf olanların vaziyeti, zihinde öyle bir cisimlendirir ki, adeta hayalin gözü önünde hissedilen, görülen cisimler halini alır. Hem bu mahsusiyetten; ma’siyetin ma’siyete incirarı sırrıyle, (verilen) hükmün asıl sebep ve illetine remzetmektedir. (Yani ki
اُولٰٓ ِكَ
denince, hemen “onlar ki şöyle şöyle yaptılar” diye hissedilir.) İşte burada, münafıkların rezil, pis vasıfları bahse medar olduğu için,
اُولٰٓ ِكَ
lafzı işitilir, işitilmez: “Münafıklar dalaleti, nifakı vesaireyi hidayetle değiştirip aldılar” diye olan cinayetleri hatırlanır. O halde bu ma’siyet; zarar ve ziyan, hüsran ve helaket ma’siyetine incirar ettiği için, kendileri hakkında verilen hükmün illetini teşkil etmektedir.. Ve hakeza!)
Amma uzağa baktıran
اُولٰٓ ِكَ
deki bu’diyet ise, münafıkların tarik-i haktan şiddetli bir uzaklıkta olduklarına bir işarettir. Öyle bir uzaklık ki, artık geriye dönemeyecek bir uzaklıktadırlar. Yani ki; gidiş onların ihtiyarlarının elinde imiş, amma geriye dönüş ise, değildir.
Ve ö
الَّذ۪ينَ
Lafzı ise, şöyle bir işaret eder ki: Şu nifak, münafıklık dahi bir çeşit ticarettir. Amma öyle bir ticaret ki; acip ve habis olup, üstünde bazı insanların geçip gelmelerine medar yeni bir temel ve taze bir meslek olmaya başlayan bir vaziyettedir. Evet, az üstte izahı geçtiği üzere mevsul
اُولٰٓ ِكَ
lafzı, uzakta iken hissedilmekte olan bir şeyi ihzar eyleme mevzuunda kullanıldığından, şöyle işaret veriyor ki: o mezkûr cinayetleri işiten herbir dinleyici, onları işleyenlere karşı kalbinde yavaş yavaş bir nefret ve bir öfke hasıl olması, hem gittikçe de o nefretin şiddetlenmesi normal seyrinin icabıdır, şe’nindendir. Öyle ki o nefret ve öfke, dinleyiciyi, teşeffi-i gayz denilen öfkesini dindirmek ve cinayet sahiplerinin yüzlerine karşı nefret ve tahkirle mukabelede bulunmak için, o cinayetleri işlemiş kimseleri görmeye arzulandırır.
Amma
اُولٰٓ ِكَ
deki mahsusiyet (hissedilmişlik) ise, şöyle remzeder ki: zikri geçmiş o acib evsafla müttesıf olanların vaziyeti, zihinde öyle bir cisimlendirir ki, adeta hayalin gözü önünde hissedilen, görülen cisimler halini alır. Hem bu mahsusiyetten; ma’siyetin ma’siyete incirarı sırrıyle, (verilen) hükmün asıl sebep ve illetine remzetmektedir. (Yani ki
اُولٰٓ ِكَ
denince, hemen “onlar ki şöyle şöyle yaptılar” diye hissedilir.) İşte burada, münafıkların rezil, pis vasıfları bahse medar olduğu için,
اُولٰٓ ِكَ
lafzı işitilir, işitilmez: “Münafıklar dalaleti, nifakı vesaireyi hidayetle değiştirip aldılar” diye olan cinayetleri hatırlanır. O halde bu ma’siyet; zarar ve ziyan, hüsran ve helaket ma’siyetine incirar ettiği için, kendileri hakkında verilen hükmün illetini teşkil etmektedir.. Ve hakeza!)
Amma uzağa baktıran
اُولٰٓ ِكَ
deki bu’diyet ise, münafıkların tarik-i haktan şiddetli bir uzaklıkta olduklarına bir işarettir. Öyle bir uzaklık ki, artık geriye dönemeyecek bir uzaklıktadırlar. Yani ki; gidiş onların ihtiyarlarının elinde imiş, amma geriye dönüş ise, değildir.
Ve ö
الَّذ۪ينَ
Lafzı ise, şöyle bir işaret eder ki: Şu nifak, münafıklık dahi bir çeşit ticarettir. Amma öyle bir ticaret ki; acip ve habis olup, üstünde bazı insanların geçip gelmelerine medar yeni bir temel ve taze bir meslek olmaya başlayan bir vaziyettedir. Evet, az üstte izahı geçtiği üzere mevsul
Yükleniyor...