Veyahudö
قَالُو
ya ma’tuf olurdu ki; bu dahi, münafıkların kendi şeytan reisleri ile buluştukları bir halvet vakti ile kayıtlı olmasını lazım kılardı. Halbuki ise, Allah’ın onlarla olan istihzası devamlıdır.. Veyahutta bu cümle
اِذَا خَلَوْا
e atf olurdu ki, mütezebzib olan sıfatlarının bir tetimmesi olmaklığını iktiza eylerdi.. Ya da
اِذَالَقُوا
ile sılası olacaktı ki, bu da üstteki iki cümlenin ifade ettkleri iki garazdan birisi olmasını istilzam eylerdi. Oysa; birinci garaz ve maksad, amelin ya işin; ikincisi de, cezanın (vasfı ne ise) karşılığı, beyanı içindirler. O halde ise, levazım batıl olduğundan, vasl da sahih olmaz.. Ve netice olarak: Bir mukadder sualin cevabı olan müstenifeden gayrı bir şey kalmış olmaz. Sonra, bu istinafta da ayrı bir îma ve bir remiz vardır ki; münafıkların şenaat ve cinayetleri öyle bir dereceye varmıştır ki; onu gören her bir dinleyicinin ruhu şöyle bir suali sormaya mecbur bırakmaktadır ki: “ameli, işi böyle olanın cezası nasıl olacak?.”
Daha sonra, münafıkların mü’minleri istihzaya alan hakaret-âmiz sözlerini dinleyen sami’in zihni, mü’minlerin de bunlara karşı mukabelelerini işitip almak beklerken, ayetin iftitahı, açılışı “Allah” lafzıyla olmuş olmasında; mü’minleri teşrif etmeye, şereflerini muhafaza altına alarak ilan etmeye ve onlara Allah’ın terahhum ve şefkatini yâr ve yardımcı kılmaya işaret vardır.. Ve böylece mü’minlere bedel, Allah (c.c) onlara mukabele etmiş oluyor. Ayrıca bunda, münafıkları o kabih, çirkin fiillerinden zecredip uzaklaştırmak istediğine de bir ima vardır. Evet, istinadgâhları allamül- ğuyuba olanlar, elbetteki istihzaya alınmaz ve alınmamalı!
Hem yineö
اَللَّهُ يَسْتَهْزِيÎ
de, münafıkların alay ve istihzalarının tekarrur etmesine ehemmiyet verilmediğine ve nazar-ı itibara alınmadığına îma da vardır. Zira münafıkların istihzaları, kendilerine verilmiş ve verilecek olan cezalarına nisbetle hiç hükmündedir.
Sonra, Allah ü Tealanın münafıklarla olan “şiddetli azaplar verme” ta’bir ve ifadesini istihza üslûbu ile alması –zahiren onun şe’n-i
قَالُو
ya ma’tuf olurdu ki; bu dahi, münafıkların kendi şeytan reisleri ile buluştukları bir halvet vakti ile kayıtlı olmasını lazım kılardı. Halbuki ise, Allah’ın onlarla olan istihzası devamlıdır.. Veyahutta bu cümle
اِذَا خَلَوْا
e atf olurdu ki, mütezebzib olan sıfatlarının bir tetimmesi olmaklığını iktiza eylerdi.. Ya da
اِذَالَقُوا
ile sılası olacaktı ki, bu da üstteki iki cümlenin ifade ettkleri iki garazdan birisi olmasını istilzam eylerdi. Oysa; birinci garaz ve maksad, amelin ya işin; ikincisi de, cezanın (vasfı ne ise) karşılığı, beyanı içindirler. O halde ise, levazım batıl olduğundan, vasl da sahih olmaz.. Ve netice olarak: Bir mukadder sualin cevabı olan müstenifeden gayrı bir şey kalmış olmaz. Sonra, bu istinafta da ayrı bir îma ve bir remiz vardır ki; münafıkların şenaat ve cinayetleri öyle bir dereceye varmıştır ki; onu gören her bir dinleyicinin ruhu şöyle bir suali sormaya mecbur bırakmaktadır ki: “ameli, işi böyle olanın cezası nasıl olacak?.”
Daha sonra, münafıkların mü’minleri istihzaya alan hakaret-âmiz sözlerini dinleyen sami’in zihni, mü’minlerin de bunlara karşı mukabelelerini işitip almak beklerken, ayetin iftitahı, açılışı “Allah” lafzıyla olmuş olmasında; mü’minleri teşrif etmeye, şereflerini muhafaza altına alarak ilan etmeye ve onlara Allah’ın terahhum ve şefkatini yâr ve yardımcı kılmaya işaret vardır.. Ve böylece mü’minlere bedel, Allah (c.c) onlara mukabele etmiş oluyor. Ayrıca bunda, münafıkları o kabih, çirkin fiillerinden zecredip uzaklaştırmak istediğine de bir ima vardır. Evet, istinadgâhları allamül- ğuyuba olanlar, elbetteki istihzaya alınmaz ve alınmamalı!
Hem yineö
اَللَّهُ يَسْتَهْزِيÎ
de, münafıkların alay ve istihzalarının tekarrur etmesine ehemmiyet verilmediğine ve nazar-ı itibara alınmadığına îma da vardır. Zira münafıkların istihzaları, kendilerine verilmiş ve verilecek olan cezalarına nisbetle hiç hükmündedir.
Sonra, Allah ü Tealanın münafıklarla olan “şiddetli azaplar verme” ta’bir ve ifadesini istihza üslûbu ile alması –zahiren onun şe’n-i
Yükleniyor...