mü’minlerin dünyevî bazı menfaatlerinde müşterek olmak; ve zahirde iman etmiş görünerek, mü’minlerin içlerine hulül edip esrarlarına muttali olmaktır.

Ammaö

وَاِذَا خَلَوْا اِلَي شَيَاطِينِهِمْ قَالُو اِنَّامَعَكُمْ

cümlesindeki

وَاِذَا

nın toparlayıcısı olan “vav”ı ise, îma ediyor ki; şu kelam, münafıkların mesleksizliklerini beyan sadedinde sevk-i kelam ederken; evvelki cümledeki ile bunda iki şartiye cümlesinin

اِذَا

ları ile; onların mufassal ve açık tezebzüblerinin, yani ne orada ne de burada olmaya tereddütlerinin beyanı içinde siyaklandırılmıştır. Hem bu

اِذَا

daki cezmiyet, yani kararlılık vaziyeti ise: münafıklar, fesad ve ifsadın hükmüyle – mutmain olmadıkları halde- bir tarafa sığınmayı zarurî bir iş gördüklerine remzeder. Ve

خَلَوْا

lafzı da; onlar hiyanetin hükmü ile, hep korku hissettikleri gibi; bu korkunun da hükmüyle, gizlenme ve istitara bürünme kılığına girmektedir.

Hem

خَلَوْا اِلَي شَيَاطِينِهِمْ

cümlesinde

مَعَ

yerine

اِلٰي

nın getirilmesi, –ki

خَلَوْا

un münasibi

مَعَ

iken– işaret eder ki; münafıklar acz ve za’fın hükmüyle bir tarafa sığınmayı çare görüyorlar. Ve aynı zamanda

خَلَوْا

lafzı, münafıkların fitne ve fesad hükmü ile de, mü’minlerin esrarını alıp kâfirlere sızdırma ve ulaştırma işini yapıyor ve görüyorlar diye işaret vermektedir.

Ve

اِلَي شَيَاطِينِهِمْ

deki

شَيَاط۪ينِ

lafzı da, münafıkların reisleri şeytanlar gibi gizlenerek, bunlara vesvese verme işini yürüttüklerine; ve bu şeytan reisler şeytanlar kadar zarar verdiklerine; ve aynı zamanda

Yükleniyor...