قَالُوا
lafzı ise, onların iç mahiyetleri hakkında şöyle telvih eder ki; onlar kalblerinin içindekini çıkararak değil, sadece ağızlarıyla telaffuz ediyorlar. Hem onların
قَالُوا
ile (yani dediler, derler) ifade edilen sözleri; yalnız riya, yaltaklanma, töhmeti def’ ve mü’minlerden gelebilecek menfaatleri celbetmeğe ve ayrıca mü’minlerin hususi ve mühim sırlarına ittila’ peyda etmeye bakan hırslarına da işaret etmektedir.
Hem makamın iktizasına göre, bir te’kid ve takviyeyi icap edip isterken, te’kidsiz tarzda (yani mesela,
اِنَّناَمَنَّ
gibi bir te’kidi getirmeden) sadece,
اَمَنَّ
lafzıyla iktifa edilmesinde, hem bunu fiili cümle olarak irad etmesinde şöyle bir işaret vermektedir ki; münafıkların kalblerinde teşvik edici bir hal ve tahrik edici bir aşk yoktur ki, sözlerinde şiddet, ciddiyet ve muhkemlik bulunsun. Hem yine te’kidin terkinde, kendi üzerlerindeki töhmeti def’ etmeyi şiddetle istediklerine de bir îma vardır. Güya lisan-ı halleri mü’minlere derler ki: “Sizin, bizim hakkımızdaki inkârınız ve şüphelenip kabulde tereddüdünüz yerinde bir iş değil; adem, yok menzilesinde bir davaranıştr. Zira bizler töhmet altında bulundurulmağa müstehak kimseler değiliz.
Hem yine
اَمَنَّ
lafzındaki te’kidsizlikte şöyle bir remiz de vardır ki; münafıkların
اَمَنَّ
larında eğer te’kid bulunmuş olsa idi bile, yine de mü’minlerin yanında kendilerini revaçlandırmayacaktı. Keza, adem-i te’kidde şöyle bir lemh, yani ince ve hafif bir işaret bulunuyor ki; münafıkların yalanları üzerindeki şu ince ve zaif perde, şiddetli bir sarsıntı geçirirse, hemen yırtılacak ve parçalanacaktır.
Keza, cümlenin fiilîliği de şöyle bir işaret veriyor ki münafıkların imanda sebat ve devamı da’va etmeleri mümkün değildir. Belki onların şu tasannu’lu, yapmacık imanlarındaki garaz ve maksadları, sadece
lafzı ise, onların iç mahiyetleri hakkında şöyle telvih eder ki; onlar kalblerinin içindekini çıkararak değil, sadece ağızlarıyla telaffuz ediyorlar. Hem onların
قَالُوا
ile (yani dediler, derler) ifade edilen sözleri; yalnız riya, yaltaklanma, töhmeti def’ ve mü’minlerden gelebilecek menfaatleri celbetmeğe ve ayrıca mü’minlerin hususi ve mühim sırlarına ittila’ peyda etmeye bakan hırslarına da işaret etmektedir.
Hem makamın iktizasına göre, bir te’kid ve takviyeyi icap edip isterken, te’kidsiz tarzda (yani mesela,
اِنَّناَمَنَّ
gibi bir te’kidi getirmeden) sadece,
اَمَنَّ
lafzıyla iktifa edilmesinde, hem bunu fiili cümle olarak irad etmesinde şöyle bir işaret vermektedir ki; münafıkların kalblerinde teşvik edici bir hal ve tahrik edici bir aşk yoktur ki, sözlerinde şiddet, ciddiyet ve muhkemlik bulunsun. Hem yine te’kidin terkinde, kendi üzerlerindeki töhmeti def’ etmeyi şiddetle istediklerine de bir îma vardır. Güya lisan-ı halleri mü’minlere derler ki: “Sizin, bizim hakkımızdaki inkârınız ve şüphelenip kabulde tereddüdünüz yerinde bir iş değil; adem, yok menzilesinde bir davaranıştr. Zira bizler töhmet altında bulundurulmağa müstehak kimseler değiliz.
Hem yine
اَمَنَّ
lafzındaki te’kidsizlikte şöyle bir remiz de vardır ki; münafıkların
اَمَنَّ
larında eğer te’kid bulunmuş olsa idi bile, yine de mü’minlerin yanında kendilerini revaçlandırmayacaktı. Keza, adem-i te’kidde şöyle bir lemh, yani ince ve hafif bir işaret bulunuyor ki; münafıkların yalanları üzerindeki şu ince ve zaif perde, şiddetli bir sarsıntı geçirirse, hemen yırtılacak ve parçalanacaktır.
Keza, cümlenin fiilîliği de şöyle bir işaret veriyor ki münafıkların imanda sebat ve devamı da’va etmeleri mümkün değildir. Belki onların şu tasannu’lu, yapmacık imanlarındaki garaz ve maksadları, sadece
Yükleniyor...