Ve sonra, madem ki nifak, tereddütlü bir cehalettir. İşte bu tereddüd; tabiatın, yani hal ve vaziyetin tezebzübünü netice vermektedir. Yani: Ne ona, ne de buna tam inanmama ve iki şeyin, halin ortasında muallak kalmayı netice veriyor. Bu hal ise, bir sebatsızlıktır, o da mesleksizliktir. O da emniyetsizliktir. (Yani, kendi kendilerine karşı emniyetsizliği doğurur.) Ve bu da, onları reisleri karşısında ahd ve vaadlerini tazelemeye zorlamaktadır. İşte ayet, şu birbirine ekli silsileye ö
قَالُو اِنَّامَعَكُمْ
lafzıyla işaret etmiştir. Yani: münafıklar, şeytan reisleriyle her buluştuklarında: “biz sizinle beraberiz” demeye icbar eylemektedir.
Ve sonra münafıklar, şeytan reisleriyle buluştukları her defasında, özr ve mazeret beyan etmeye mecbur kaldıkları için; nefis ve kalblerinin hafifliğinden dolayı, hakikatı, gerçeği hafife almaya başladılar..Ve kendileri nifakla kıymetsizleştikleri için, galî ve pek behadar ve çok değerli hakikatleri ucuza indirdiler.. Ve yüce değerlere, âlî hakikatlere, kendilerinin dûn himmetliklerinden ve zaifliklerinden neş’et eden gurur ile ihanet eylediler. İşte Kur’an dahi bu makamda münafıkların vaziyetini ibraz etmek için:
قَالُوا اِنَّمَ نَحْنُ مُسْتَهْذِوÎنَ
ifadesiyle işaret eylemiştir.
Ve bundan sonra da; dinleyici, kelamın akış ve dökülüşünden; acaba mü’minler, münafıkları cinayetlerine mukabil nasıl cevap verdiklerine intizarda iken, gördü ki; Allah (C.C.) mü’minlere bedel, şerefliliklerine işaret ederek mukabelede bulundu.. Ve o mukabele içinde; münafıkların yaptıkları istihzalarına Allahın onları –yüzlerine çarparak– verdiği ve vereceği ceza karşısında hiç hükmünde olduğuna remzediyor gördü. Aynı zamanda, Cenab-ı Allah onların ahmaklıklarına ve zecr edilip reddedildiklerine îma da bulunduğunu anladı. İşte acaba nasıl ve ne suretle istihzaya alınabilir o kimseler ki, Allah (c.c) onların hâmîsi, koruyucusu ola?..!
Evet, Cenab-ı Hak Tealaö
اَللَّهُ يَسْتَهْزِيÎ بِهِمْ
diyerek onlara cevap vermişir. Yani münafıkların mü’minleri istihzaya almalarına karşılık, Allah da, onları en şiddetli bir ceza ile ikab’a çarptırdı ki, o da Allah’ın onları alaya almasıdır. Yani: Onları dünyada ve ahirettte istihfaf ve
قَالُو اِنَّامَعَكُمْ
lafzıyla işaret etmiştir. Yani: münafıklar, şeytan reisleriyle her buluştuklarında: “biz sizinle beraberiz” demeye icbar eylemektedir.
Ve sonra münafıklar, şeytan reisleriyle buluştukları her defasında, özr ve mazeret beyan etmeye mecbur kaldıkları için; nefis ve kalblerinin hafifliğinden dolayı, hakikatı, gerçeği hafife almaya başladılar..Ve kendileri nifakla kıymetsizleştikleri için, galî ve pek behadar ve çok değerli hakikatleri ucuza indirdiler.. Ve yüce değerlere, âlî hakikatlere, kendilerinin dûn himmetliklerinden ve zaifliklerinden neş’et eden gurur ile ihanet eylediler. İşte Kur’an dahi bu makamda münafıkların vaziyetini ibraz etmek için:
قَالُوا اِنَّمَ نَحْنُ مُسْتَهْذِوÎنَ
ifadesiyle işaret eylemiştir.
Ve bundan sonra da; dinleyici, kelamın akış ve dökülüşünden; acaba mü’minler, münafıkları cinayetlerine mukabil nasıl cevap verdiklerine intizarda iken, gördü ki; Allah (C.C.) mü’minlere bedel, şerefliliklerine işaret ederek mukabelede bulundu.. Ve o mukabele içinde; münafıkların yaptıkları istihzalarına Allahın onları –yüzlerine çarparak– verdiği ve vereceği ceza karşısında hiç hükmünde olduğuna remzediyor gördü. Aynı zamanda, Cenab-ı Allah onların ahmaklıklarına ve zecr edilip reddedildiklerine îma da bulunduğunu anladı. İşte acaba nasıl ve ne suretle istihzaya alınabilir o kimseler ki, Allah (c.c) onların hâmîsi, koruyucusu ola?..!
Evet, Cenab-ı Hak Tealaö
اَللَّهُ يَسْتَهْزِيÎ بِهِمْ
diyerek onlara cevap vermişir. Yani münafıkların mü’minleri istihzaya almalarına karşılık, Allah da, onları en şiddetli bir ceza ile ikab’a çarptırdı ki, o da Allah’ın onları alaya almasıdır. Yani: Onları dünyada ve ahirettte istihfaf ve
Yükleniyor...