قَلُوٓا
onların fesadlarına, ifsadlarına, gururlarına ve münafıklıklarına hafî bir remiz vardır.
Amma
كَمَٓ اٰمَنَ السُّفَهَءُ
öcümlesindeki mana, (münafıklar tarafından söylenip geldiğine binaen, şöyle değerlendirilebilir.) Yani: “Siz ey mü’minler! Kâmil insanlar diye zannettiğiniz kimseler; bizim nazarımızda çokluklarıyla beraber, zelil ve fakirler olup, din ve diyanete mecburen girmiş kimselerdir.bunların her birisi de, kavm ve milletlerinin sefihleridir.”
İşte, onların bu (batıl) da’valarındaki kıyasta, kıyas-ı maal-fârıkla bir fark
{ Bu kıyastaki fark şöyle olabilir: Münafıklar kendilerini zengin ve rütbe sahibi havas zannedip; karşılarındaki mü’minleri ise fakir, zelil ve perişan addetmeleridir. Halbuki kaziyye ise, hakikat olarak tam bunun aksidir ki, metinde izahı yapılmıştır. –Mütercim–}
vardır. O da şuna işaret eder ki; İslâmiyet biçarelerin sığınağı, fakirlerin melcei, kuvvetin değil hakkın hamîsi, hakikatın muhafızı, gurûr’un mani’i ve tekebbürün kami’idir, kahredicisidir ki, kemal’in büyüklüğün ve şerefin ölçüsü de yalnız budur ve böyledir.
Hem o kıyastaki farkta, nifakın sebebi, ekseriyetle gurur ve tekebbür olduğuna bir işaret vermektedir.
Nasıl ki
{ Hûd Sûresi, ayet: 27 Meali: Bizler seni kendimiz gibi bir beşer, sana tabi’ olmuş olanları da perişan, biçare, fakir ve rey’den yoksun kimseler olarak görüyoruz.” –Mütercim–}
وَمَانَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِى َالرَّاْيِ
ayeti bu hakikatı tefsir etmektedir.
Yükleniyor...