şiddetli takvaları ve zühd ve tasavvufları bir iztırar neticesidir. Amma bizler; izzet, şeref ve rütbe sahibi kimseleriz. Böylece, gurûrun hükmüyle nasihatciyi (sözde) insafına havale ederler. Hile ve hüd’ a hükmü ile de, iki lisanlı bir söz konuşurlar. Yani: “Ey bizi doğru yola irşad etmeye çalışan mürşid! Bizi sefihler güruhu olarak zannetme! Hem bizler nazarınızda sefihler gibi görünemeyiz. Belki bizler seçkin ve halis mü’minlerin yaptıklarını yapıyoruz” derler. Halbuki bunların batınlarındaki muradları ise şöyle: “Bizler, şu fukara olan mü’minler gibi olamayız. Çünkü onların bizim nazarımızda bir değerleri yoktur.” Demek ki şu
قَلُوٓا
onların fesadlarına, ifsadlarına, gururlarına ve münafıklıklarına hafî bir remiz vardır.
Amma
كَمَٓ اٰمَنَ السُّفَهَءُ
öcümlesindeki mana, (münafıklar tarafından söylenip geldiğine binaen, şöyle değerlendirilebilir.) Yani: “Siz ey mü’minler! Kâmil insanlar diye zannettiğiniz kimseler; bizim nazarımızda çokluklarıyla beraber, zelil ve fakirler olup, din ve diyanete mecburen girmiş kimselerdir.bunların her birisi de, kavm ve milletlerinin sefihleridir.”
İşte, onların bu (batıl) da’valarındaki kıyasta, kıyas-ı maal-fârıkla bir fark
{ Bu kıyastaki fark şöyle olabilir: Münafıklar kendilerini zengin ve rütbe sahibi havas zannedip; karşılarındaki mü’minleri ise fakir, zelil ve perişan addetmeleridir. Halbuki kaziyye ise, hakikat olarak tam bunun aksidir ki, metinde izahı yapılmıştır. –Mütercim–}
vardır. O da şuna işaret eder ki; İslâmiyet biçarelerin sığınağı, fakirlerin melcei, kuvvetin değil hakkın hamîsi, hakikatın muhafızı, gurûr’un mani’i ve tekebbürün kami’idir, kahredicisidir ki, kemal’in büyüklüğün ve şerefin ölçüsü de yalnız budur ve böyledir.
Hem o kıyastaki farkta, nifakın sebebi, ekseriyetle gurur ve tekebbür olduğuna bir işaret vermektedir.
Nasıl ki
{ Hûd Sûresi, ayet: 27 Meali: Bizler seni kendimiz gibi bir beşer, sana tabi’ olmuş olanları da perişan, biçare, fakir ve rey’den yoksun kimseler olarak görüyoruz.” –Mütercim–}
وَمَانَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِى َالرَّاْيِ
ayeti bu hakikatı tefsir etmektedir.
قَلُوٓا
onların fesadlarına, ifsadlarına, gururlarına ve münafıklıklarına hafî bir remiz vardır.
Amma
كَمَٓ اٰمَنَ السُّفَهَءُ
öcümlesindeki mana, (münafıklar tarafından söylenip geldiğine binaen, şöyle değerlendirilebilir.) Yani: “Siz ey mü’minler! Kâmil insanlar diye zannettiğiniz kimseler; bizim nazarımızda çokluklarıyla beraber, zelil ve fakirler olup, din ve diyanete mecburen girmiş kimselerdir.bunların her birisi de, kavm ve milletlerinin sefihleridir.”
İşte, onların bu (batıl) da’valarındaki kıyasta, kıyas-ı maal-fârıkla bir fark
{ Bu kıyastaki fark şöyle olabilir: Münafıklar kendilerini zengin ve rütbe sahibi havas zannedip; karşılarındaki mü’minleri ise fakir, zelil ve perişan addetmeleridir. Halbuki kaziyye ise, hakikat olarak tam bunun aksidir ki, metinde izahı yapılmıştır. –Mütercim–}
vardır. O da şuna işaret eder ki; İslâmiyet biçarelerin sığınağı, fakirlerin melcei, kuvvetin değil hakkın hamîsi, hakikatın muhafızı, gurûr’un mani’i ve tekebbürün kami’idir, kahredicisidir ki, kemal’in büyüklüğün ve şerefin ölçüsü de yalnız budur ve böyledir.
Hem o kıyastaki farkta, nifakın sebebi, ekseriyetle gurur ve tekebbür olduğuna bir işaret vermektedir.
Nasıl ki
{ Hûd Sûresi, ayet: 27 Meali: Bizler seni kendimiz gibi bir beşer, sana tabi’ olmuş olanları da perişan, biçare, fakir ve rey’den yoksun kimseler olarak görüyoruz.” –Mütercim–}
وَمَانَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِى َالرَّاْيِ
ayeti bu hakikatı tefsir etmektedir.
Yükleniyor...