bir nifaktır. Onun aksi olan bir şey, içine karışmıyor, karıştırmıyor. Çünkü münafıklar ve münafıklık başkalara ve başkasına benzememektedir.)
Hem bu işarette, mü’minlere de bir ta’rizin,(gizli bir ihtarın) varlığına da bir remiz vardır ki, yani mü’minler hâlis ve sırf lillah için yaptıkları hizmet ve amellerinde, münafıkların aksine olarak, hâricî ve arızî bazı fesad ve ifsadların ve o iyi amelleri bir derece bozabilen, kudûretlendiri-lebilen bazı iş ve hallerin müdahele imkânı olabileceği dekârdır, dikkat buyurula!..
Hem
ºنصْلِºح
yerine, ismî cümle olan
مُصْلِحوُنَ
cümlesinde şöyle bir işaret vardır ki; münafıkların “Salah bizim sabit ve daimi sıfatımızdır. Bizim şu içinde bulunduğumuz hal dahi, daima istishab ile beraber olduğumuz ıslahın ta kendisidir.” Lâkin münafıklar, sonra bu sözlerinde de nifak yapıyorlar. Çünki izhar eyledikleri durumun hilafına olarak, kalblerinde bunun aksini saklamaktadırlar. Demek anlaşılıyor ki onlar, batınen olan fesadlarını salah diye iddia ediyorlar. Fakat zahir halde, riyakarlık yaparak; amelleri, mü’minlerin salah ve menfaatleri için olduğunu söylerler.
Amma
اَلاٰاِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لَايَشْعُرُونَ
cümlesine gelince, bil ki: Üst tarafta gösterildiği üzere, münafıklar vaktaki sabık cümlenin (Yani:
قَالوُا اِنَّمَ نَحْنُ مُصْلِحوُنَ
cümlesinin) maatifinde, özel bölmelerinde; mesleklerinin revaçlandırılması.. ve salahın kendilerinde sâbit olduğunun da’vası.. ve salah kendilerinin daimî, müstemirr bir sıfatları olduğunun iddiası.. Ve salahın münhasıran kendilerinde olduğunun iddiası.. Ve aynı zamanda, salahlarının şaibesiz olup, herhangi bir fesad maddesinin içine karışmadığına dair sözlerin.. ve bu da’va ettikleri hükmün zahir ve ma’lûm olduğunun izharı.. ve mü’minlere karşı olan örtülü tenkid ve ta’rizlerinin açığa vuran belirtileri.. Ve mü’minler tarafından yapılan nasihatlarının, taraflarından yapılan techilleri gibi ma’naları derceylediler… Kur’an-ı Hakîm dahi onları, bir çok ahkamı tezammun eyliyen bu cümle ile (yaniö
اَلاٰاِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ
cümlesiyle):
Hem bu işarette, mü’minlere de bir ta’rizin,(gizli bir ihtarın) varlığına da bir remiz vardır ki, yani mü’minler hâlis ve sırf lillah için yaptıkları hizmet ve amellerinde, münafıkların aksine olarak, hâricî ve arızî bazı fesad ve ifsadların ve o iyi amelleri bir derece bozabilen, kudûretlendiri-lebilen bazı iş ve hallerin müdahele imkânı olabileceği dekârdır, dikkat buyurula!..
Hem
ºنصْلِºح
yerine, ismî cümle olan
مُصْلِحوُنَ
cümlesinde şöyle bir işaret vardır ki; münafıkların “Salah bizim sabit ve daimi sıfatımızdır. Bizim şu içinde bulunduğumuz hal dahi, daima istishab ile beraber olduğumuz ıslahın ta kendisidir.” Lâkin münafıklar, sonra bu sözlerinde de nifak yapıyorlar. Çünki izhar eyledikleri durumun hilafına olarak, kalblerinde bunun aksini saklamaktadırlar. Demek anlaşılıyor ki onlar, batınen olan fesadlarını salah diye iddia ediyorlar. Fakat zahir halde, riyakarlık yaparak; amelleri, mü’minlerin salah ve menfaatleri için olduğunu söylerler.
Amma
اَلاٰاِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لَايَشْعُرُونَ
cümlesine gelince, bil ki: Üst tarafta gösterildiği üzere, münafıklar vaktaki sabık cümlenin (Yani:
قَالوُا اِنَّمَ نَحْنُ مُصْلِحوُنَ
cümlesinin) maatifinde, özel bölmelerinde; mesleklerinin revaçlandırılması.. ve salahın kendilerinde sâbit olduğunun da’vası.. ve salah kendilerinin daimî, müstemirr bir sıfatları olduğunun iddiası.. Ve salahın münhasıran kendilerinde olduğunun iddiası.. Ve aynı zamanda, salahlarının şaibesiz olup, herhangi bir fesad maddesinin içine karışmadığına dair sözlerin.. ve bu da’va ettikleri hükmün zahir ve ma’lûm olduğunun izharı.. ve mü’minlere karşı olan örtülü tenkid ve ta’rizlerinin açığa vuran belirtileri.. Ve mü’minler tarafından yapılan nasihatlarının, taraflarından yapılan techilleri gibi ma’naları derceylediler… Kur’an-ı Hakîm dahi onları, bir çok ahkamı tezammun eyliyen bu cümle ile (yaniö
اَلاٰاِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ
cümlesiyle):
Yükleniyor...