hasıl olan hükümlere göre
{ Bu cümlenin bu kısmı Molla Abdülmecid Efendini tercümesidir. Ben, arapça
وَلاٰيَحْكُمُواعَلَيْهَا
ibaresini siyak-ı mana itibariyle çözemedim. Seyda Molla Abdülmecidin tercümesine ister istemez uydum. –Mütercim–}
amel etmesinler. Zira marazın, hastalığın netice verdiği inhiraf-ı mizacın şeni odur ki; hakikatı tağyir etmek, müzeyyeni (süslüyü, güzeli) çirkin göstermek ve acıyı tatlı irae etmektir.
Amma
في۪
lafzında ise, şöyle bir remz vardır ki; onların hased ve kinleri kalblerinin melekûtu içinde, yani (üst tarafta bahsi geçmiş) latife-i Rabbaniyenin içinde olan bir hastalıktır.
Ve
قُلوُبِهِمْ
“kalb” ünvanında ise; cism-i kalb (kalbin maddi şekli) hastalandığında, nasıl ki bedenin bütün ef’al ve harekatı karışıyor.. Öyle de, kalbin manası, batını da, hud’a ve nifakla hastalandığı zaman, ruhun umum fiil ve haretleri istikamet ve düzgünlük menhecinden inhiraf ederler. Zira kalb, hayatın kaynağı
{ Ruh’un kalb içinde, ya da en evel kalb ile tealluku olduğuna kail olup hüküm eden büyük ülemadan Fahreddin-i Raîdir ki , “Ettefsirül- kebir” eseri cild 21, s: 43, 44 ve 52 de bir vecih ile dile getirmiştir. Aynı şekilde “Ruhûl- beyan” – İsmail Hakkı- Burusevî cild: 5, s: 197 de aynî manayı yazmıştır. –Mütercim-}
ve makinesidir.
Hem
مَرَضٌ ز فِيقُلوُبِهِمْ سخح فِيقُلوُبِهِمْ مَرَضٌ
den evvel takdim etmesi, iki cihetle münhasırlığa îmadır. Bu îmadan da ta’riz yolu ile (örtülü şekilde) şöyle bir işaret hissedilebilir ki: îman bir nurdur. O nur’un şe’ni de, insanın bütün fiillerine ve eserlerine sıhhat ve istikamet vermektir. Hem şu hasrin bu îmasında şöyle bir remiz daha vardır ki; eğer fesad, bozukluk kalbin iç yüzünde ve temelinde ise, artık furûâtın tamirine çare kalmamış olur.
Amma
مَرَضٌ
lafzı ise, onların özürlerinin artık bitip tükenmiş olduğuna ve ağızlarına taşla vurmak lazım geldiğine bakar bir remizdir. Yani
{ Bu cümlenin bu kısmı Molla Abdülmecid Efendini tercümesidir. Ben, arapça
وَلاٰيَحْكُمُواعَلَيْهَا
ibaresini siyak-ı mana itibariyle çözemedim. Seyda Molla Abdülmecidin tercümesine ister istemez uydum. –Mütercim–}
amel etmesinler. Zira marazın, hastalığın netice verdiği inhiraf-ı mizacın şeni odur ki; hakikatı tağyir etmek, müzeyyeni (süslüyü, güzeli) çirkin göstermek ve acıyı tatlı irae etmektir.
Amma
في۪
lafzında ise, şöyle bir remz vardır ki; onların hased ve kinleri kalblerinin melekûtu içinde, yani (üst tarafta bahsi geçmiş) latife-i Rabbaniyenin içinde olan bir hastalıktır.
Ve
قُلوُبِهِمْ
“kalb” ünvanında ise; cism-i kalb (kalbin maddi şekli) hastalandığında, nasıl ki bedenin bütün ef’al ve harekatı karışıyor.. Öyle de, kalbin manası, batını da, hud’a ve nifakla hastalandığı zaman, ruhun umum fiil ve haretleri istikamet ve düzgünlük menhecinden inhiraf ederler. Zira kalb, hayatın kaynağı
{ Ruh’un kalb içinde, ya da en evel kalb ile tealluku olduğuna kail olup hüküm eden büyük ülemadan Fahreddin-i Raîdir ki , “Ettefsirül- kebir” eseri cild 21, s: 43, 44 ve 52 de bir vecih ile dile getirmiştir. Aynı şekilde “Ruhûl- beyan” – İsmail Hakkı- Burusevî cild: 5, s: 197 de aynî manayı yazmıştır. –Mütercim-}
ve makinesidir.
Hem
مَرَضٌ ز فِيقُلوُبِهِمْ سخح فِيقُلوُبِهِمْ مَرَضٌ
den evvel takdim etmesi, iki cihetle münhasırlığa îmadır. Bu îmadan da ta’riz yolu ile (örtülü şekilde) şöyle bir işaret hissedilebilir ki: îman bir nurdur. O nur’un şe’ni de, insanın bütün fiillerine ve eserlerine sıhhat ve istikamet vermektir. Hem şu hasrin bu îmasında şöyle bir remiz daha vardır ki; eğer fesad, bozukluk kalbin iç yüzünde ve temelinde ise, artık furûâtın tamirine çare kalmamış olur.
Amma
مَرَضٌ
lafzı ise, onların özürlerinin artık bitip tükenmiş olduğuna ve ağızlarına taşla vurmak lazım geldiğine bakar bir remizdir. Yani
Yükleniyor...