vücuda gelmesinin mecburiyet ve zarûreti olmaz.) Öyle ise, amel ve fiilde; malumun ölçüleri ile kadere havale ederek teallül yapılmaz. (Yani yaptığı bir işten, işlediği bir fiilden dolayı mes’uliyetin altından çıkmak ve kaçmak için bahaneler ileri sürülemez.)
okuzuncu Esas: Hasıl-ı bilmasdar’ın halkı, (yani “Beşinci esasta tafsili geçtiği üzere) masdarın kesbine bakmaktadır ki, Allah’ın adetinin hikmetli cereyanı ile, Hasıl-ı bilmasdar, masdar üzerinde şart kılınmıştır. Evet, masdarın kesbinde (Yani, cüz-i ihtiyarî ile taleb etmesinde) olan nüve ve ondaki ukde-i hayatiye ise, “Meyelan” denilen şeydir. (Yani: o fiile meyillenme, eğilme, yönelme ve sairedir.) İşte şu meyelan meselesinin halledilmesiyle, mevzu’ daki ukde ve düğüm de açılır.
nuncu Esas: Tereccüh-ü bila müreccih muhaldir. (Yani bir iş, bir fiil, kendi kedine bir tercihici olmadan sebepsiz oluvermesi muhaldir.) Amma tercih-i bilamüreccih ise başkadır.Yani: Tercih etmeye zorlayan bir sebep bulunmadan da bir tarafı tercih eylemek caizdir ve vaki’dir. O halde, Allahü tealanın fiilleri bir takım garazlarla ta’lil edilemez, şaibelendirilemez. Belki olsa olsa, vaki olan şeyde, müreccih, tercih edici Cenab-ı Hakk’ın ihtiyarıdır denilir.
n Birinci Esas: Ortada mevcûd bir emir, bir şey varsa; elbette vücuda gelebilmesi için bir müessiri, tesir sahibini gerektirir, icabettirir. Aksi halde –üstte geçtiği üzere– tereccüh-ü bila müreccih lazım gelir ki, o da muhaldir. Amma emr-i i’tibari ise, (yani insanda bir fiili, bir işi yapma eğilimi, ya da o meylin tasarrufu) bir tahsis edici olmaksızın da, hususileşmesi ve tahassusu muhali lazım kılmaz.
n İkinci Esas: Vücuda getirilmiş bir şey, vücuda gelmesinin zarureti, vucûbu olduktan sonra, ancak vücûd bulabilir. Lâkin emr-i itibarî ise, vucûb ve zaruretin sınırına dayanmayan ve onu zorlamayan bir tereccüh olur ki, bu da ona yeterli gelir. Öyle ise, o hal, mümkinin müessirsiz omasını lazım kılmaz.
n Üçüncü Esas: Bir şeyin vücûd ve varlığını ilmen bilmek, o şeyi mahiyetiyle bilmekliğini istilzam etmez. Hem bir şeyin mahiyetini bilmemek, o şeyin ademini, yok olmasını lazım kılmaz. Aynen bunun gibi;
okuzuncu Esas: Hasıl-ı bilmasdar’ın halkı, (yani “Beşinci esasta tafsili geçtiği üzere) masdarın kesbine bakmaktadır ki, Allah’ın adetinin hikmetli cereyanı ile, Hasıl-ı bilmasdar, masdar üzerinde şart kılınmıştır. Evet, masdarın kesbinde (Yani, cüz-i ihtiyarî ile taleb etmesinde) olan nüve ve ondaki ukde-i hayatiye ise, “Meyelan” denilen şeydir. (Yani: o fiile meyillenme, eğilme, yönelme ve sairedir.) İşte şu meyelan meselesinin halledilmesiyle, mevzu’ daki ukde ve düğüm de açılır.
nuncu Esas: Tereccüh-ü bila müreccih muhaldir. (Yani bir iş, bir fiil, kendi kedine bir tercihici olmadan sebepsiz oluvermesi muhaldir.) Amma tercih-i bilamüreccih ise başkadır.Yani: Tercih etmeye zorlayan bir sebep bulunmadan da bir tarafı tercih eylemek caizdir ve vaki’dir. O halde, Allahü tealanın fiilleri bir takım garazlarla ta’lil edilemez, şaibelendirilemez. Belki olsa olsa, vaki olan şeyde, müreccih, tercih edici Cenab-ı Hakk’ın ihtiyarıdır denilir.
n Birinci Esas: Ortada mevcûd bir emir, bir şey varsa; elbette vücuda gelebilmesi için bir müessiri, tesir sahibini gerektirir, icabettirir. Aksi halde –üstte geçtiği üzere– tereccüh-ü bila müreccih lazım gelir ki, o da muhaldir. Amma emr-i i’tibari ise, (yani insanda bir fiili, bir işi yapma eğilimi, ya da o meylin tasarrufu) bir tahsis edici olmaksızın da, hususileşmesi ve tahassusu muhali lazım kılmaz.
n İkinci Esas: Vücuda getirilmiş bir şey, vücuda gelmesinin zarureti, vucûbu olduktan sonra, ancak vücûd bulabilir. Lâkin emr-i itibarî ise, vucûb ve zaruretin sınırına dayanmayan ve onu zorlamayan bir tereccüh olur ki, bu da ona yeterli gelir. Öyle ise, o hal, mümkinin müessirsiz omasını lazım kılmaz.
n Üçüncü Esas: Bir şeyin vücûd ve varlığını ilmen bilmek, o şeyi mahiyetiyle bilmekliğini istilzam etmez. Hem bir şeyin mahiyetini bilmemek, o şeyin ademini, yok olmasını lazım kılmaz. Aynen bunun gibi;
Yükleniyor...