geçiren savtları) helâl ettiği gibi; nefsanî ve şehvanî ve müştehiyata iştihayı kabartan veya yetimane bir hüznü veren bazı kısımlarını da haram kılmıştır. Ve bu kıyasla: Şeriatın sana ismiyle bildirip göstermediği kısımları, sen kendi ruh ve vicdanındaki te’sirleri ile birbirinden ayırdedebilirsin.

Yine aynı ayetin

وَ عَلَي اَبْصَارِهِمْ غِشَوَةٌ

kelimesi ile de, –küfür sebebiyle– göze ve basara mahsus çok büyük ve pek cesim bir ni’metin zeval bulmuşluğuna işaret eder. Çünkü basarın (gözün görme hassesi) şe’ni ve işi odur ki; onun nuru imanın nuruyla ziyalandığı zaman; ve gözün pencereciğinin arkasında yerleşen ve gözü harekete geçirmede yardımcı olan nur-u imanla ittisal peyda ettiği vakit; bütün kâinat, bu gözün sahibine, çiçekler ve hurîlerle tezyin edilmiş olan bir cennet gibi olur da, o imanlı gözün nuru bir balarısı kesilerek, o cennetin çiçekleri üstünde uçar gezer. Ve o çiçeklerden ibret ve fikret, ünsiyet ve tanışma, sevişme ve tebrikleşme usaresini, şiresini koparır, alır, toplar, dağarcığını doldurarak getirir; vicdanda insanî kemâlat balı olarak ambarlar.

Amma eğer –Allah korusun– o göz, küfrün zulmetiyle kararır körleşirse, artık mahv olmuş olur da; dünya ona bir hapishaneye döner.. Ve o halde bütün nuranî hakikatler, şirin manalar ona karşı gizlenir; kâinat ona bir vahşetzar vaziyetini alır. Onun kalbine de, baştan ayağa kadar vicdanını ihata eyleyip sarmış olan elem, azap ve ürküntülü vaziyetleri ilka eyler.

Amma

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

ise, alem-i uhrevîdeki cehennem azabını ve gazab-ı ilahînin nekâlini semere verecek olan şu küfrün zakkûm ağacının semeresine bakar, gösterir.

Amma

لَا يُوءْمِنُونَ

ise, (yani altıncı ayetin son cümlesi)

سَوَاءٌ

meselesinin müsavîlik cihetine nassen bakan bir te’kiddir.

---------------(((---------------

Yükleniyor...