Hem, bu ayeti takip eden yedinci ayetin başıö

خَتَمَ اللّٰهُ عَلَي قُلُوبِهِمْ

lafzıyla der ki: kalb ve vicdanın hayatı, ferah ve süruru ve kemâlatı, ancak nur-u imanla ve hakaik-i İlahiyenin tecellileriyle mümkin iken; küfre sukuttan sonra, o kalb ve vicdan, zararlı ve ısırıcı haşerât ile dolmuş olan yıkık, harabe ve ürkütücü bir binaya dönüşmüş kalmıştır. Öyle olduğu için de, ondan sakındırmak ve çekindirmek için kapısına kilit vurup, mühürleyerek, akrab ve yılanlara bırakılmak üzere terkedilmiştir.

Hem o ayette ö

وَ عَلَي سَمْعِهِمْ

lafzıyle de, küfür sebebiyle; pek büyük sem’î bir nimetin (kulağa ait bir nimetin) elden çıkmış olduğuna da işaret eder. Evet, kulağın şe’ni, vazifesi ise; onun samahının, kulak deliğinin gerisine, arkasına nur-u iman girer yerleşirse ve o kulağın ihsası, hislendirişi nur-u imana dayanırsa, bütün âlemlerin ses ve nidalarını hissedip duymak ve zikirlerini fehmeylemek; ve kâinatın sayha ve bağrışmalarını işitmek ve tesbihatlarının ma’nalarını anlamak tarzında kendini gösterir. Hatta imanın nuruyla nurlanmış böylesi imanlı bir kulak; rüzgarın esintisinin terennümatından, bulutun Ra’adlarının na’relerinden, denizin mevceleri-nin nağamatından, taşların taktakalarının gıcırtılarından, yağmurun nüzû-lunun şibiltilerinden, kuşların sec’alı ötüşlerinden Rabbanî birer kelam tarzında ma’nalar işitebilir ve bunları birer ulvî tesbih olarak fehmeyler. Güya ki kâinat, o insan için büyük bir musikîdir de, kalbinde ulvî bir hüznü, rûhanî bir aşkı heyecanlandırmaya vesiledir. Böylece: Dünyadan göçmüş dost ve ahbaplarını hatırladığında hüzünlense de, lâkin bu müfa-rakatlı hüzün ile beraber, o hüzün bir lezzet olur. Yoksa, ahbapsızlık yüzünden gelen bir hüzün ve gam olarak değil…

Amma eğer –Eliyazübillah– o kulak, küfrün zulmetiyle kararırsa, o zaman bütün o leziz savtlardan, sadalardan mahrum kalmış olarak; kâinattan yalnız matem ağlayışlarını, ölüm feryadlarını işitir. Onun kalbine de yalnız yetimliklerin, ahbapsızlıkların gam ve kederleri; garipliklerin, yalnızlıkların ürküntüleri gelir ve o kalbe ilka olunur. Yani: Sahipsizlik ve muteahhidsizliğin korkunç haletiyle debelenir durur.

İşte bu sırra binaendir ki, Şer’-i İslam bazı savtları helal saydığı gibi; (Yani ahenkli çalgı veya kaside ve şarkların bazılarını, yani bunlardan ulvî bir aşkı, hamasî heyecanı veya âşıkane bir hüznü tehyic edip harekete


Yükleniyor...