Hem sonra, Kur’an ayetleri birbirleri içinde görünen ayineler gibi olup, peygamberlerin kıssa ve hikayeleri, kamerin etrafındaki “Hale” tarzında, Peygamberimizin (A.S.M.) haline de bakmaktadır. Onun içindir ki bu kelam, yani:

اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ

kelamı, sanki lisan-ı haliyle diyor: Bu bir ilahî Kanun-u Fıtrattır. Ona itaat edip inkiyad etmek zarurîdir.

Şimdi, buraya kadar yapılan tahlilden sonra, şunu da bil ki: Bu ayetin devamı ve arkasında gelen ayetin sonu

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

ikisi beraber, mecmu’u ile ve ukdeleriyle (düğüm ve ayrıntılarıyla) küfrün takbih ve terziline sevk edip işaret etmekle, ondan nefret ettirme ve zımnîce ondan nehyettirme.. Ve ayrıca ehl-i küfrü tezlil eyleme.. Ve aleyhlerinde olan hükmü tescil etme.. Ve ondan terhib ile kaçırma ve aynı zamanda onları tehdid etme gibi ne kadar manaları varsa tazammun etmektedir. İşte bu iki ayet, kelimeleriyle şöyle nida eder, der ki: “Küfürde pek büyük ve çok azim musibetler vardır.. Ve hem çok cesim nimetlerin ziya’ ve kaybı bulunmaktadır.. Ve hem pek şiddetli elemleri doğurmak vardır…Hem yüksek lezzetlerin zevali derkârdır.” Dedikten sonra cümleleri ile de, şunu tasrih ediyor ki; küfür, eşyanın en habisi ve en zararlıdır.

Evet, ayet

لَمْ يُوءْمِنُوا

(iman etmezler) ye bedel

كَفَرُوا

lafzıyla işaret eder ki; onlar (kendi ihtiyarlarıyla) iman etmemeleri neticesinde küfrün zulmeti içine düştüler. Ve işte küfrün o zulmeti ise, öyle bir musibettir ki insan ruhunun cevherlerini ifsad eyliyor.. Ve aynı zamanda o küfür, elem ve azapların da madenidir.

Hem ayet,

لاٰيَتْºركºونَ الْكُفْرَ

(küfrü terk eyleyip bırakmıyorlar) yerine,

لَا يُوءْمِنُونَ

lafzıyla ifade etmesi, işaret eder ki; onlar (üstte zikri geçmiş hasaret ve zararlarla beraber) bütün saadetlerin kaynağı olan “iman” ellerinden düşmüş, gitmiştir.

Yükleniyor...