İşte, hakikî hakaik’in mümessili olan Kur’an-ı Hakîm, vaktaki âlemde tecellî eyledi; bir çok nev’iler (kelam ve ifade nevileri) izmihlal bulup gitti; fasl ve ayrıntıları da tükenip kurudu. Bunların yerinde başka neviler teşekkül etmeye başladı ve başka hakikatler tulu’ eyledi. Acaba görmezmisin ki; zaman-ı cahiliyette bütün beyan, ifade ve kelam nevileri nasıl hep kavmî ırkçılığa dayanan milliyetçilik rabıtaları üzerine teşekkül etmiş ve içtimaî tüm hakikatler asabiyet-i kavmiye ve ırkçılık üstüne üretilip gelişmiş idi. İşte vakta Kur’an-ı Hakîm nüzul eyledi; bütün o eski rabıtaları kesti, attı.. Ve o devirdeki umum içtimaî hakikatleri yıktı, harab eyledi. Onların yerine ve bedeline yeni nevileri tesis eyledi, ki fasıl ve ayrıntıları hep Dinî rabıtalardan filizlenip teşekkül eyledi. Feteemmel!..
Hem vaktaki Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan nev-i beşer üstüne tulu’ edip işrak eyledi; onun nur ve ziyası ile kalbler çiçekler açıp meyveler verdi. İşte kalblerin bu nurlanma ve çiçeklenmeleri ile, nuranî bir hakikat da beraberce husul buldu ki, bu da mü’minler nevinin faslıdır, gurubudur. Amma aynı zamanda, Kur’an güneşinin ziyasına karşı bazı nefisler de, habisliklerinden dolayı taaffün edip kokuştular. İşte bundan da zehirli bir asıl tevellüt etti ki, o da küfür gurûhunun bir hassasıdır.
Hem sonra, bu
سخصز اَلَّذِينَ
o
اَلَّذِينَ
arasında bir tenasüb de vardır. (Yani bir önceki ayetlerde olan
اَلَّذِينَ
ile, buradaki
اَلَّذِينَ
arasında şöyle bir münasebet, bir bağlantı da vardır ki; sûrenin baş tarafındaki iki ayet, mü’minlerin ve hidayet ehlinin evsaf ve ahvalini zikrettiği gibi; burada ise, o evsafın zıddı olan küfrün ve dalaletin denî olan hal ve vaziyetlerini hatırlatmaktadır.) Bunları böylece işittikten sonra, şunu da bil ki: “Elif ve lam” gibi mevsûller (bitiştirici edat) beş çeşit manada kullanılır. Bunların içinde en meşhûru “Ahd” dır. Demek ki buradaki
اَلَّذِينَ
nin ahdî hali, küfrün sanadid ve sembolleri olan Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Umeyye bin Halef gibilere işarettir. Ve bu işarette, mezkûr keferelerin küfrü ile, küfr içinde devam edip, ta ölünceye kadar gitmiş olduklarına da işaret vardır. Buna binaen, bu ayette bir ihbar-ı anil-gayb vardır demektir.. Ve işte benzeri
Hem vaktaki Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan nev-i beşer üstüne tulu’ edip işrak eyledi; onun nur ve ziyası ile kalbler çiçekler açıp meyveler verdi. İşte kalblerin bu nurlanma ve çiçeklenmeleri ile, nuranî bir hakikat da beraberce husul buldu ki, bu da mü’minler nevinin faslıdır, gurubudur. Amma aynı zamanda, Kur’an güneşinin ziyasına karşı bazı nefisler de, habisliklerinden dolayı taaffün edip kokuştular. İşte bundan da zehirli bir asıl tevellüt etti ki, o da küfür gurûhunun bir hassasıdır.
Hem sonra, bu
سخصز اَلَّذِينَ
o
اَلَّذِينَ
arasında bir tenasüb de vardır. (Yani bir önceki ayetlerde olan
اَلَّذِينَ
ile, buradaki
اَلَّذِينَ
arasında şöyle bir münasebet, bir bağlantı da vardır ki; sûrenin baş tarafındaki iki ayet, mü’minlerin ve hidayet ehlinin evsaf ve ahvalini zikrettiği gibi; burada ise, o evsafın zıddı olan küfrün ve dalaletin denî olan hal ve vaziyetlerini hatırlatmaktadır.) Bunları böylece işittikten sonra, şunu da bil ki: “Elif ve lam” gibi mevsûller (bitiştirici edat) beş çeşit manada kullanılır. Bunların içinde en meşhûru “Ahd” dır. Demek ki buradaki
اَلَّذِينَ
nin ahdî hali, küfrün sanadid ve sembolleri olan Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Umeyye bin Halef gibilere işarettir. Ve bu işarette, mezkûr keferelerin küfrü ile, küfr içinde devam edip, ta ölünceye kadar gitmiş olduklarına da işaret vardır. Buna binaen, bu ayette bir ihbar-ı anil-gayb vardır demektir.. Ve işte benzeri
Yükleniyor...