Amma cümledeki

رَبِّ

lafzı, (yani

مِنْ رَبِّهِمْ

deki

ذرَبِّ

işaret ediyor ki: Hidayet, ancak Rububiyet-i İlahiyenin şe’nindendir. Nasıl ki Rububiyet-i amme-i Subhaniye onları (mü’minleri) maddî rızık ile besliyor, hidayetiyle de onları manen gıdalandırıyor.

وَ اُولٰٓ ِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

ye gelince, bilmiş ol ki: bu cümledeki ince manalar ve derin nüktelerin taharrî yerleri şunlardır:

1- Başındaki “vav” ın atıflığı.. (yani, birinci cümledeki manayı bu cümle ile bitiştirmeye dair olan vav-ı âtıftır)

2-

اَُولٰ ِكَ

kelimesinin tekrarlanması..

3-

همْ

ile yapılmış ara zamiri, zamîr-ül fasıl...

4-

الْمُفْلِحُونَ

de ki “elif ve lam”..

5-

ºمفْلِحُونَ

nin mutlaklığı ve felah ve zaferin ne olduğunun ta’yin edilmemesi gibi yerler..

Amma “vav” ın atıflığı ise, münasebet üzerine bina edilmiş bir atıftır. Zira, nasıl ki birinci

اَُولٰ ِكَ

hidayetin semeresi olan saadet-i acileye (dünyadaki mutluluğa) bir işaret olduğu gibi; bu cümledeki ikinci

اَُولٰ ِكَ

ise, hidayetin saadet-i âcilesinin (ahiretteki mutluluk ve saadetinin) semeresine işarettir. Sonra, bu ikisinden her birisi, (dünya ve ahiret saadetini semere veren hidayetin her iki dalı) izahı geçmiş bütün hidayet nevilerinin semereleri olmakla beraber, ancak burada evla olanı, önce geleni budur

Yükleniyor...