Amma cümle-i ayetteki
عَلَي
lafzına gelince, bilmiş ol ki; eşya arasında mevcûd bulunan münasebet sırrı bir çok emirleri, işleri ayineler haline getirmiş olduğundan, birbirleri içinde görünmektedirler. Yani, eşyadan her biri –o sır ile– o bunda, bu da onda görünmeleri işi sağlanmıştır. Nasıl ki mesela bir cam parçası, kendi içinde sana geniş bir sahrayı göstermesi gibi... öyle de: bir çok defalar tek bir kelime uzun bir hayali hatırına getirir.. Ve bir kelimenin heyeti ve vaziyeti de, acip bir hikayeyi getirip gözünün önüne koyabiliyor. Ve keza, bir kelam dahi senin zihnini alır, misalî olan alem-i misalde dolaştırarak gezdirebilir.
Evet, nasıl ki
بَارَزَ
lafzı, bir harp meydanını açarak seni onda dolaştırdığı gibi; ayetteki
ثَمَرَةٍ
lafzı da, sana cennetin ve ya bir bahçenin kapısını açıyor.. Ve daha buna göre sen kıyas eyle!..
İşte, buna göre,
عَلَي
lafzı, zihin için temsilî bir üslûba bakan bir “küvve”, bir küçük penceredir ki der: Kur’anın hidayeti İlahî bir “Burak” olup, mü’minlere hediye edilmiştir, tâ ki mü’minler ona binerek Sırat-ı Müstakimde sülûk edip kemalat arşına doğru seyr-i sülûk etsinler.
Amma
هُدًي
deki tenkir ise, işarettir ki; bu
هُدًي لِلْمُتَّقِينَ ، ﴾ هُدًي ﴿
dekinden başka bir
هُدًي
dir. Zira, tekrarlanan münekkerler, ekseriya evvelkinin ğayrisi olur. O halde, burada evvelkisi masdar, bu ise, hasıl-ı bilmasdardır. Öyle olunca da; bu, evvelkisinin semeresi gibi, hissedilmekte olan sabit bir sıfattır.
Amma ayetin cümlesi içersindeki
مِنْ
lafzı ise, işaret ediyor ki; ehl-i hidayet için kesbedilmiş olan ihtidalarında; (doğru ve hak yol bulmalarında) halk ve tevfik, yani yaratma ve muvaffakiyet verme yalnız Allahtandır.
عَلَي
lafzına gelince, bilmiş ol ki; eşya arasında mevcûd bulunan münasebet sırrı bir çok emirleri, işleri ayineler haline getirmiş olduğundan, birbirleri içinde görünmektedirler. Yani, eşyadan her biri –o sır ile– o bunda, bu da onda görünmeleri işi sağlanmıştır. Nasıl ki mesela bir cam parçası, kendi içinde sana geniş bir sahrayı göstermesi gibi... öyle de: bir çok defalar tek bir kelime uzun bir hayali hatırına getirir.. Ve bir kelimenin heyeti ve vaziyeti de, acip bir hikayeyi getirip gözünün önüne koyabiliyor. Ve keza, bir kelam dahi senin zihnini alır, misalî olan alem-i misalde dolaştırarak gezdirebilir.
Evet, nasıl ki
بَارَزَ
lafzı, bir harp meydanını açarak seni onda dolaştırdığı gibi; ayetteki
ثَمَرَةٍ
lafzı da, sana cennetin ve ya bir bahçenin kapısını açıyor.. Ve daha buna göre sen kıyas eyle!..
İşte, buna göre,
عَلَي
lafzı, zihin için temsilî bir üslûba bakan bir “küvve”, bir küçük penceredir ki der: Kur’anın hidayeti İlahî bir “Burak” olup, mü’minlere hediye edilmiştir, tâ ki mü’minler ona binerek Sırat-ı Müstakimde sülûk edip kemalat arşına doğru seyr-i sülûk etsinler.
Amma
هُدًي
deki tenkir ise, işarettir ki; bu
هُدًي لِلْمُتَّقِينَ ، ﴾ هُدًي ﴿
dekinden başka bir
هُدًي
dir. Zira, tekrarlanan münekkerler, ekseriya evvelkinin ğayrisi olur. O halde, burada evvelkisi masdar, bu ise, hasıl-ı bilmasdardır. Öyle olunca da; bu, evvelkisinin semeresi gibi, hissedilmekte olan sabit bir sıfattır.
Amma ayetin cümlesi içersindeki
مِنْ
lafzı ise, işaret ediyor ki; ehl-i hidayet için kesbedilmiş olan ihtidalarında; (doğru ve hak yol bulmalarında) halk ve tevfik, yani yaratma ve muvaffakiyet verme yalnız Allahtandır.
Yükleniyor...