Amma

اَُولٰ ِكَ

deki mahsusiyet (hissettirilmişlik) ise, işarettir ki; bir şeyin bir çok vasıflarını yad etmek, zihinde o şeyin tecessüm etmesine ve akılda huzur’un teşekkül etmesine, hatta hayal için dahi hissettirilmek-liğin teessüsüne sebep olmuş olur. Demek ki, evsafı yad edilmiş olan bu ahd-ı zikrî’den ahd-ı hâricîye bir kapı açılmış olmaktadır. (Yani zikri geçmiş bir şeyin hatırlanmasıyla, başka bir şeyinde hatırlanması) ve ahd-i haricîden de

اُولٰٓ ِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

ile gösterilen hidayet ehlinin imtiyazla-rına, seçkin vasıflarına intikal edilirde; nev-i beşer içinde yıldızlar gibi parladıklarına bakılabilir. Adeta, başını kaldırıp gözlerini açabilene, o hidayet ehlinden başka görünenlerin olmadığını işâr ediyor gibidir.

Amma filcümle yakınlıklarıyla beraber

اُولٰٓ ِكَ

de gösterilen bu’diyet, uzaklık ise, (yani, mesela nasıl ki Arapçada,

هٰوÎ لاÍءِ

denildiğinde, “işte onlar” olur ki, yakınlıklarını gösterir. Amma

اَُولٰٓ ِكَ

olsa, ona nisbeten uzaklığı gösterir ki, Türkçede “onlar” demektir.) hidayet ehlinin rütbelerinin yücelik ve üstünlüğüne işaret etmek içindir. Zira, uzaktakilere bakan adamın, yalnız boyu uzun olanları görmesi gibi; zaman ve mekânca uzaklığın hakikati de, belağatın hakkını daha iyi kaza eder, verir.

Evet, asr-ı saadette nazil olmuş olması hasebiyle, o asır bu ayetin zikreden lisanı; ve asr-ı saadette olduğu gibi, istikbalde gelen ve gelecek olan her bir asır dahi, onun zikreden birer lisanıdırlar. Çünki Kur’an, bütün asırlarda gençlik ve tazeliğini muhafaza ederek geldiği için, her asır onu; evvelce nazil olmuşta, sonra o nüzûlün hikayesini anlatıyor değildir. Belki şimdi şu anda nazil oluyor gibi buluyor. Demek ki,

اَُولٰ ِكَ

ile işaret edilen İslâmın ilk safları çok uzaktan dahi görünmektedir. Hem o ilk saflar, uzaklıklarıyla beraber görünmelerinden dolayı, onların azametli büyüklükleri ve rütbelerinin yüceliğindendir.


Yükleniyor...