اَلَّذِينَ
şöyle bir remiz ile der ki: “Hükmün merci’i ve kutbu imanın vasfıdır. Zat ise, sair sıfatlarıyla birlikte ona tabi’ ve onun altında mağmûredirler. Yani dağınık olarak serpiştirilmiştirler. Hem
اَلْمُ ْومِنُونَ
ye bedel
يُوءْمِنُونَ
de (–ki her hangi bir zaman zarfında iman ediyorlar”ın sübutuna delildir.–) nüzûl’ün tevatür tarzında, yani ardısıra gelmesiyle; ve yeni gelen deliller’in her zuhûr’unda imanın tazelendiğine telvih etmektedir.
Hem ibhamlı olan
بِمَا
daki
مَ
da, mücmel bir imanın da bazen kifayet ettiğine bir îma olmakla beraber, aynı zamanda bu
مَ
imanın zahir ve batın vahye teşmili ile birlikte, batın olan vahye, yani hadis-i şerife de şamil olduğuna bakmaktadır.
Ve
اُنْزِلَ
de –maddesi ve mazî siğalığı itibariyle– şöyle işaret eder ki; “Kur’ana iman etmek demek, onun Zat-ı Zülcelal olan Allahın yanından nâzil olmuş olduğuna iman etmek demektir.” Nasıl ki Allah’a iman etmek, onun varlığına iman etmek olduğu gibi… Ve keza, ahiret gününe iman etmek demek, onun -şeksiz- geleceğine iman etmek olduğu gibi...
Hem Kur’anın nüzûlü o vakit henüz tamamlanmamışken,
اُنْزِلَ
nin mazîlik siğasına bakıldığında; nüzûl edecek olanın, nüzûlü vaki’ olmuş menzilesinde olduğuna bir işarettir. Bununla beraber,
اُنْزِلَ
nin yanı başındaki
يُوءْمِنُونَ
nın muzari’liği, onun mazîliğindeki noksanlık veya câlib-i şüphe durumunu telafî etmektedir. Belki de şu âyetin bu tarz tenzili vesilesiyle, Kur’anın üsluplarında bir çok kereler mazî zamanı, müstakbeli yutup içine çektiğini ve muzari’ de, mazîlik elbisesine büründüğünü
Yükleniyor...