Birinci Menba':

En azîm icma' sırrını ve en vasi' tevatürün manasını tazammun eden milyonlar ehl-i hakikatın ittifakıdır. Sırr-ı icma' ve sırr-ı tevatür noktasından tecellî eden bir hads-i mukni'le o netice zihinde karar kılmıştır. Zîrâ, herbir muhakkıkın bir bürhanı var. Ve o bürhanın mahiyeti teşhis edilmese de vücûdu katiyyen malûmdur.

Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki; milyarlar huyut-u berâhinden teşekkül etmiş şu Habl-i Metini kesebilsin? Çünkü derim: Vahdete dair şu netice, hasra gelmez ehl-i tahkikin herbiri bir bürhan veya berâhin ile hakikat olarak görmüşler. Demek onların bütün bürhanları sarsılmaz bir bürhandır. Çünkü o bürhanları tanımasa da vücûdlarını bilir, hadsin zengin bir menba'ıdır.

İkinci Menba':

Kâinatın bütün şehadâtıdır.

Üçüncü Menba':

Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi daha çok menba'lar vardır.

İşte bu hads, bütün menâbi'i söndürülmezse sönmez. Şübhe, bir delili, yüz delili atsa da medlûle îrâs-ı zarar edemez. Çünkü o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde kâim değildir.

Zihnin cüz'iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla isbatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlât ve berâhînin vazifesi menfîdir. Matlabı tavzih eder. Tasfiye eder. Bâzan da takviye eder.

TEDKİK İKİ ÇEŞİTTİR

Biri: Gittikçe

نُورٌ عَلٰى نُورٍ

tenevvür eder.

Diğeri: Gittikçe şübehatın zulümatına düşer.

Meselâ, bir tatlı suyun menba'ı var. O menba'dan binlerce cedavil ve o cedvellerden şu'beler teferru' ederek çok yerlerde dolaşıp, bazı ecza-i aher ile bulaşmış. İşte bir adam menba'ı gördü tattı. Hakkalyakînle tatlılığını anlamış, teşa'ubatın ittisalini derketmiş. Sonra hangi cedvele, yahud herhangi fer'a rastgelse, edna bir emare tatlılığına dair ona kanaat verir. Ta aksi kat'î bir delil ile tebeyyün edinceye kadar. O vakit başka madde karışmış der. Bu nev'i nazar ve tedkik; imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder.

Yükleniyor...