Demek ki, yirmidört saat zarfında bir sultanî muallimi derecesinde coğrafyayı elde etmiştir. Aynı böyle bir muaraza neticesinde beş gün zarfında kimya-i gayr-i uzviyi anlayıp kimya muallimiyle muarazaya girişmiştir. Bunca garabet gösterdiğinden dolayı, "Bediüzzaman" lakabıyla telkib olundu.

Bediüzzaman Said-i Kürdî kendine has bir usul-u tedrisi îcad ederek o usul dairesinde tedriste bulundu. Şöyle ki: Ulum-u diniye ile fünûn-u asriyeyi mezc, hakâik-i diniyeyi fünûn-u müsbete ile te'yid ve teşyid etmek suretiyle, talebenin tenvir-i ezhânına sarf-ı himmet eyledi.

Bütün himmetini ilim ve irfan, bilhassa Kürdistan'da neşr-i maarif hakkında sarfediyordu. Hatta Van, Bitlis ve Diyarbekir vilayetlerinde dâr-ül fünûn şeklinde üç dört medresenin küşadı için İstanbu'a geldi. Her ne kadar çalıştı ise de, maattessüf tevkifhane ile timarheneden başka bir neticeye destres olamadı.

Tekrar Van'a avdet ederek, millî bir medrese küşad ve tedrise devamla, eski fikrine dair sa'y ederdi. Bu def'a bidayeten tali' rûy-i muvafakat gösterir gibi oldu.

Câmi-ül-Ezhere şebih El-Medreset-üz Zehra namında Van'da bir medresenin küşadına irade-i seniyye zuhûr ettiyse de, temelinden başka bir şey yapılmayarak, harb-i umumi zuhûr etti.

Eskidenberi nezdinde bulunan talebeleri kesesinden iaşe eylemekle beraber, sırf hasbeten lillah tedris ederdi. Talebeleri de hakikî bir fedakâr olarak yetiştirirdi.

Bunca mûarazât ve mücadelât-ı ilmiyede hiçbir zaman sail vaziyetini ihtiyar etmemiş, daima mucib mevkiini ihraz eylemiştir. Bu vaziyet, ne derece iktidara vâbeste olduğu izahdan vârestedir.

Fakat bir nokta arz etmek isterim ki, o da Bediüzzaman'ın uluvv-u menzilet ve fazilet-i ahlâkıyesini mübeyyindir. Şöyle ki: Muarız bulunan zatı mahcub etmemek için sual sormaktan içtinab etmiştir.

Kendi mahcubiyetini nazar-ı itibara alıp, muarızını mahcubiyetten vikayeye çalışan bir zata tarih sayfalarında da nâdiren tesadüf olunur derecededir.

Yükleniyor...