mütegayir ve müteğayyir, birbirine mükezzib fen ve felsefe nazariyatı; tarik ve menbâ'ca ayrı olan vahyin nüsûsuna ayar olamaz, mehenk olamaz.

Yâhû insaf mıdır, taharri-i hakikat böyle midir ki; sen irşad-ı mahz ve ayn-ı belağat ve hidayetin mağzı olan şeyi, irşada münafî ve mübayin tevehhüm edesin! Ve belağatca ayn-ı kemâl olan şeyi noksan tahayyül edesin! Acaba senin zihn-i sakîminde belağat o mudur ki; ezhanı tağlit ve efkârı teşviş ve muhitin müsaadesizliği ve zamanın adem-i i'dâdından ezhan müstaid olmadıkları için, ukule tahmil edilmeyen şeyleri teklif etmek midir? Kellâ

كَلِّمِ النَّاسَ عَلٰى قَدْرِ عُقُولِهِمْ

bir düstur-u hikmettir.

Üçüncü Noktaya Cevap:

Şâri'in irşâd-ı cumhurdan maksûd-u aslîsi; isbat-ı sâni'-i vahid ve nübüvvet ve haşir ve adalette münhasırdır. Öyle ise Kur'ân'daki zikr-i ekvân, istidradî ve istidlâl içindir. Cumhurun efhamına göre sanatta zahir olan nizam-ı bedi' ile nezzam-ı hakikî olan Sâni-i Zülcelâlin evsaf-ı celâl ve cemaline istidlâl etmek içindir. Halbûki sanatın eseri ve fıtratın nizamı herşeyden tezâhür eder. Keyfiyet-i teşekkül nasıl olursa olsun, maksad-ı asliye taallûk etmez.

Mukarrerdir ki; delil müddeadan evvel malûm olması gerektir. Bunun içindir ki, bazı nüsûsun zevahiri ittizah-ı delil ve isti'nâs-ı efkâr için cumhurun mu'tekadat-ı hissiyelerine imâle olunmuştur. Fakat delalet etmek için değildir. Zîra Kur'ân, âyâtının telafifinde öyle emarât ve karaini nasb etmiştir ki; o sadeflerdeki cevahiri ve o zevahirdeki hakikatları ehl-i tahkike parmakla gösterir ve işaret eder.

Evet Kelimetullah olan Kitab-ı Mübînin bâzı âyâtı, bazısına müfessirdir; karine olabilir ki, mânâ-yı zahirî murad değildir. Eğer istidlâlin makamında denilse idi ki: "Elektiriğin acaibi ve câzibe-i umumiyenin garaibi ve küre-i arzın yevmiye ve seneviye olan hareketi ve yetmişten ziyade olan anasırın imtizac-ı kimyeviyelerini ve şemsin istikrârıyla beraber sûriye olan hareketini nazara alınız, tâ Sâni'i bilesiniz." İşte o vakit delil olan san'at, mârifet-i Sâni' olan neticeden daha hafî ve daha gâmiz ve kâide-i istidlâle münafî olduğundan, bazı zevahiri efkâra göre imale olunmuştur. İmâle delâlet için değil, belki vuzûh-u delil içindir. Bu ise ya müstetbe'atüt-terâkib kabilesinden, veya kinaî nevindendir.

Yükleniyor...