Iztırarî şecâat, mukavemetsuz olur. Demek şefkat-ı cinsiyede, müdhiş cesaret vardır. Iztırarı vaktinde, vakta ki ümid kalmadı;

hârika hem de fıtrî bir şecaat vardır. Bunlar ile beraber, mahiyet-i imanda, öyle şehamet vardır; mevti hayat bilirdi.

Dünyayı cennet eder, şehâdet devletidir. İzzet-i İslâmiyet, tabiatında vardır; âlempesend şecâat, hayatı her dem satardı.

Firdevse gözü diker. Elhâsıl bu dört nokta, İslâmî uhuvvetin, intibahı vaktinde, elbette mucizeler, izhar edebilirdi.

Hakkı himaye eder, intikam alabilir. Eğer desen: "Şimdi ise, harbe kuvvet kalmadı, telefiyat çok oldu.

Baştaki adamların, niyetleri şüpheli?" Ben de derim: "Muztarız; harb gelir çekmiyoruz. Şehid de bir velidir; cihadımız eskide, farz-ı kifaye idi.

Şimdi farz-ı ayn olmuş, belki muzaaf bir farz, Hac ve Zekatta gibi, cihaddaki niyetin, tasarrufu pek az idi.

Hatta adem-i niyet de, niyet hükmünde olur. Zîrâ asıl hâkimdir. Demek niyetin zıddı, kat'an sübut bulmazsa, intac eder cihadı;

hakikî bir şehâdet. Zîrâ vücûb tezauf etse, taayyün eder. İhtiyarî niyetin, tesiri de azalır, olmaz fiilin mesnedi.

Şu günahkâr millette, birdenbire onbinler, velî olan şehidler, etse inkişaf zuhûr; az mükâfat değildir, küçük ihsan değildi."

Ger desen: "Tehlikedir, tehlikeye atılmaz." Derim: "Tehlike odur; ondan biri olmazsa, necatın ihtimali. Halbuki değil biri, belki de yedi,

İhtimal-i zafer ihtimali." Eğer desen: "Evvelde, bilirdik ki olmazdı; bilerek bizi attı, bazılar bu belaya?" Ben derim: "Nasıl oldu,

Ki harbin nihayeti, nazarî kalmış idi; harbdeki dâhilerin, nazarında saklandı, dört sene meçhul kaldı.

Siz gibi acemiler, bedaheten bildiniz? Sakın o fikir, dediğiniz tasavvur, bir arzu olmasın." El-iyazubillah! O öyle olamazdı.

Şahısperest bir muhteris, bir garaz-ı şahsî ile, arzu-yu nefsanî bir fikir zannediyor, sûretini giydirir. Ger desen: "Hata bizdendi,

Yükleniyor...