Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i hüzün-gamdar; alemi bir vahşetzar tanır, başka çeşit göstermez.
O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümid bırakmaz.
Kendine verdiği şu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile kadar yol verir, dönmesi müşkil olur, belki daha dönemez.
Kur'ânın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimane değildir. Firak-ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.
Kâinatta nazarı; kör tabiat yerine, şuûrlu hem rahmetli bir san'at-ı İlahî onun medar-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin yerine; inâyetli, hikmetli bir kudret-i İlahî ona medar-ı beyan. Onun için kâinat, vahşetzar suret giymez.
Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
Her köşede istinas, o cem'iyet içinde mahzunu vaz'ediyor, bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.
İkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.
Kur'ânın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binaen, Şeriat-ı Ahmediye (A.M.) lehviyatı istemez.
Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip. Demek hüzn-ü Kur'ânî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.
Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre, herkes birbirine benzemez.
* * *
Tarz-ı Nazar İkidir Biri Zulmettar, Diğeri Ziyadar
Tarz-ı nazar ikidir, tedkik iki çeşittir. Biri gittikçe nûrun alâ nûr tenevvür eder. Diğeri de: Gittikçe şübehatta boğulur. Zihni olur zulmettar.
Meselâ: Tatlı leziz bir su var. Onun da menbâı var, o menba'dan ise, binler cedavili var. Şûbeleri çok yerlerde dolaşır, bazen ecza-i murdar,
O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümid bırakmaz.
Kendine verdiği şu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile kadar yol verir, dönmesi müşkil olur, belki daha dönemez.
Kur'ânın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimane değildir. Firak-ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.
Kâinatta nazarı; kör tabiat yerine, şuûrlu hem rahmetli bir san'at-ı İlahî onun medar-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin yerine; inâyetli, hikmetli bir kudret-i İlahî ona medar-ı beyan. Onun için kâinat, vahşetzar suret giymez.
Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
Her köşede istinas, o cem'iyet içinde mahzunu vaz'ediyor, bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.
İkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.
Kur'ânın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binaen, Şeriat-ı Ahmediye (A.M.) lehviyatı istemez.
Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip. Demek hüzn-ü Kur'ânî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.
Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre, herkes birbirine benzemez.
Tarz-ı Nazar İkidir Biri Zulmettar, Diğeri Ziyadar
Tarz-ı nazar ikidir, tedkik iki çeşittir. Biri gittikçe nûrun alâ nûr tenevvür eder. Diğeri de: Gittikçe şübehatta boğulur. Zihni olur zulmettar.
Meselâ: Tatlı leziz bir su var. Onun da menbâı var, o menba'dan ise, binler cedavili var. Şûbeleri çok yerlerde dolaşır, bazen ecza-i murdar,
Yükleniyor...